Tüm bilimsel düşüncenin önemli sorunlarından biri ile başlayalım. Aynı anda iki olay gözlüyorsunuz. Bunlardan biri diğerinin nedeni olabilir. Acaba hangisi? İkisi de birbirinden bağımsız başka nedenlerden kaynaklanabilir. Yani birliktelikleri raslantısaldır.
Şimdi iki gözlemi yazalım. 2001 yılında Türkiye en ağır ekonomik krizlerinden birini yaşadı. Öte yandan, son altı ayda iktisat mesleğinin zirvesinden ekonomistler Türkiye'yi ziyaret etti.
Hatırlayalım. Yaz aylarında önce IMF'nin Stanley Fischer'i geldi. Ardından Nobel ödüllü Robert Solow ve birkaç ay sonra Nobel'i kazanacak olan eski Dünya Bankası baş iktisatçısı Joseph Stiglitz'i ağırladık. Dün de Stanford Üniversitesi eski profesörü ve ABD Hazine Bakan yardımcısı John Taylor'u dinledik.
Fischer ve Taylor doğrudan krizle ilişkili. Her ikisi de IMF ile yürütülen program çerçevesinde ziyaret ettiler. Diğer ikisi farklı. Stiglitz ikinci evliliği sonrasında tatile gelmişti. Solow'u ise Koç grubunun desteği ile MIT mezunları derneği davet etmişti.
John Taylor makroekonomi konularında uzmandır. Ünü daha çok para politikasına yaptığı katkılarla oluştu. Türkiye'de para politikası yeni yeni tartışmaya açılıyor.
Dalgalı kur ve Merkez Bankasının bağımsızlığına kavuşması önümüzdeki dönemde para politikasını Türkiye'nin de gündeminde ön sıralara yükseltecektir. Şimdiden bunun işaretlerini görüyoruz.
Para politikası konusunda Amerika'da çok keskin bir saflaşma yaşanmıştır. Bir yanda Merkez Bankasının para politikası uygulamasında serbest bırakılmasını önerenler vardır. Diğer taraf ise para politikasının sıkı kurallara bağlanmasını talep eder.
İngilizce bu ayırıma "discretionary" ve "rule based" deniyor. Keynesyenler, Demokrat Partiye yakın solcu iktisatçılar ilk kategoriye girer. Monetaristler, Cumhuriyetçi Partiye yakın sağcı iktisatçılar ise ikinci kategoridedir.
Monetarizmin başlangıcı Milton Friedman'a gider. Friedman yıllık para arzı artışının sabit tutulmasını savunuyordu. Diyelim yüzde 5'e karar verildi. Konjonktür ne olursa olsun, para arzı hep yüzde 5 artacaktır. Örneğin "para kurulu" tipik bir sıkı kural sistemidir. Merkez Bankasının hangi koşullarda ve ne kadar para basabileceği önceden belirlenmiştir. Para otoritesinin bu kuralları uygulamak dışında yapabileceği bir şey yoktur.
2000 yılındaki enflasyonla mücadele programı sırasında Türkiye de sıkı kural sistemini uygulamıştı. Ondan önce ise Merkez Bankası istediği, daha doğrusu hükümetin istediği politikaları gönlünce devreye sokabiliyordu.
John Taylor'un getirdiği yenilik, sıkı kural sistemini para arzından faizlere taşımasıdır. Amacı Merkez Bankasının faizleri nasıl değiştireceğinin piyasalar tarafından önceden bilinmesidir.
Geliştirdiği formül, enflasyonun hedeflenen enflasyondan ve büyümenin arzulanan büyümeden sapmasına göre Merkez Bankasının iskonto faizini hesaplamaktadır.
Yani enflasyon ve faiz hedeflenenin üstüne çıkınca faiz yükselmekte, altına düşünce gerilemektedir. Böylece para politikası bir yandan fiili enflasyon ve büyüme tarafından etkilenmekte, fakat aynı zamanda piyasaların öngörebileceği bir kural çerçevesinde belirlenmektedir.