kapat
26.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 İNANÇ
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 KİTAP
 SİNEMA
 GURME
 TARİH
 SUNNY
 HİGH-TECH
 YAT&TEKNE
 NET YORUM
 NET GÜNDEM
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Bir cariye gibi esir olduk!

Osmanlılar, Balkanlar'ı ve Avrupa'yı bir kenara bırakalım, Arap ülkelerinde hiçbir şeyi yıkıp yok etmediler. Tam tersine değişik kültürlerin yaşaması için her türlü insani saygıyı gösterdiler.
Başta Mekke Şerifi olmak üzere Lawrence gibi Türk düşmanları ile işbirliği yapan ve I. Dünya Savaşı'nda görülmemiş mezalime ortaklık edenler, Osmanlı askerini çöllerde aç susuz öldürdüler.

Mekke'yi, Medine'yi imar eden kutsal emanetleri canları pahasına koruyan İstanbul'da, yüzbinlerce insanın yardımları ile çöllere "Hicaz Demiryolu"nu döşeyen Osmanlı'nın, geride bıraktığı izler tek tek yok ediliyor. Ama tarihin sayfaları yok edilemiyor. İşte size Medine sayfaları... (Kaynak: Esir Kampları, Ergun Hiçyılmaz, Beyaz Balina Yayınları, 2001)

Fahrettin Paşa'nın Medine savunması başlı başına bir olaydı. Paşanın Medine savunması, karargâh mensuplarının mütareke hükümlerinin uygulanmasına yönelik baskıları karşısında son bulmuştu.

12 Ocak 1919 akşamı Bir-i Derviş'teki karargahta bir düşman olarak değil, kıymetli bir asker olarak karşılanmıştı. Hicaz Seferi Kuvvetleri Kumandanı "Çöl Kaplanı" Fahrettin Paşa bu kutsal alanı son nefeslerine kadar savunmak ve gerekirse bu uğurda ölmekten yanaydı, teslim olmak onun için kolay değildi.

Osmanlı Devleti'nin derhal yenilgiyi kabul etmesi ve mütarekenin 16. maddesi gereği Medine'nin de derhal teslimini onaylaması Paşa'yı zor durumda bırakmıştı. Bir askere getirebileceği zararların endişesini taşıyordu.

DİN KARDEŞİYİZ
Direnmenin gereksizliğini ve bu sebeple Medine'de her gün yüzelli kişinin öldüğünü ifade eden kurmaylık beyannamesi, Fahrettin Paşa'yı haddinden fazla öfkelendirmişti.

Beyanname "Silah arkadaşlarımız ve din kardeşlerimiz" hitabı ile başlıyordu.

Fahrettin Paşa'nın ikinci beyannamesi hem erkanını mukavemete teşvik, hem de Emin Bey'in kimi subaylarca desteklenen teslim olmaya dönük tavrına da bir cevap niteliği taşımıştı: "Kumandanlığa olan şahsi öfkesini, şeref ve namusu askerimiz çiğnemeye kadar vardıran ve beyninin sulandığına, nihayet kendisi dahi inanmış olan Kaymakam Emin Bey, bazı arkadaşlarımızın dimağlarını tereddüte düşürmeye muvaffak oldu.

Bu güne kadar el ele yürüyen arkadaşlarımız arasında açıkça görülen ve kötü bir surette nifaka sebep olmak istedi. Anavatan'da bulunan ordular efradının terhis olunduklarını ilan ediyor ve hâlâ Mısır'da sefalet çeken esir kardeşlerimizden, çoluk çocuklarından niçin bahsetmiyor? Madem ki emsalimiz gibi terhis edilecekmişiz, Mısır'da ne işimiz var?

Medine'nin tahliyesi ve bizim kayıtsız şartsız teslimimiz o kadar muazzam bir meseledir ki, bu yalnız bir yazı ile halledilemez. Tahsin Paşa hâlâ, herkes tarafından lanetle anılmanın acısı altında kıvranmaktadır."

Fahrettin Paşa öylesine öfkelidir ve teslimiyeti öylesine hazmedememiştir ki, kararın uygulanmasını isteyen Emin Bey'e sonunda "Mankafa" bile diyecektir. Hatta esarete gidişi "Bir cariye gibi" tanımlamakta ve şu son soruyu da sormaktadır:

"Madem ki bir cariye gibi Mısır'a esir gidecekmişiz. Beş senedir niçin kan içinde yüzdük? Niçin ocaklarımızı söndürdük? Niçin bunca aziz kardeşlerimizi kurban ettik?"

BU NASIL HUKUK?
Soru aslında bütün cephelerde sorulan sorudur. Ama emir kumanda zinciri kırılarak bir kumandan tarafından böylesine Harbiye Nezareti'ne hiç sorulmamıştır:

"Sulha kadar Mısır'a sürünmekten, çeşitli angaryalar altında ölmektense, şimdiye kadar bizi aç bırakmayan Allah'ın inayetine sığınarak, burada Peygamberimize misafir olmak, elbette daha hayırlıdır."

"Bizim İradi Seniye'ye ihtiyacımız olmadığını iddia eden ve 'Meşruti hükümette Padişah mesul değildir. Her türlü mesuliyet hükümete aittir' diyen Mankafa Emin Bey, hukuku ve esasiye ve siyasiyeyi işte bu kadar biliyor."

Emin Bey'i Kanuni Esasiye'nin beşinci maddesine kadar okuduğunu oysa "Yedinci maddede yazılı olanı da okusa Saltanat ve Hilafet makamından emir ve telakkisi lüzumuna vicdanen mecburiyet duyacaktı" diyen Paşa, değişik bir ekleme daha yapacaktı:

"Nitekim Emin Bey, tapındığımız İngiltere Devleti'nin en mühim kanunları, yazılı olmayıp, bunlar daima adet ve teamül dahilinde icra edilir. Abdullah Paşa'ya karşı asi olmaktan değil, Halife'ye, millete, İslam alemine ve tarihe karşı melun olmaktan kork."

Esaret ekmeği bizden geçmez
Fahrettin Paşa aslında Emin Bey hitabı ile teslimiyeti onaylayan ve bir an önce silah bırakmaya yönelen herkese hitap etmektedir: "Ey izandan, vicdandan nasibi ve midesinden başka dünyada zoru olmayan Emin Bey!

Sen nefsini biraz say ki, düşmanın da seni saysın! Size afiyet olsun fakat, esaret ekmeği bizim boğazımızdan geçmez."

Paşa sabır gerektiğini vurguluyor ama sabrın kalmadığı anlaşılıyordu. Meseleyi kan dökmeden çözmek isteyen Fırka Kumandanı Necip Bey ile miralay ve kaymakam rütbesindeki kurmaylar bir heyet halinde Paşa'yı ziyaret etmişlerdi.

Görüşme kimi zaman tartışmalı bir havada saatlerce sürmüştü. Paşa teslim olmaktan başka çare kalmadığını bu defa heyetin ağzından duyarak anlamıştı.

Paşa silah bırakmak zorunda kalıyor ve tarihe hazin fakat onurlu bir sayfa ekliyordu.



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap


Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır