kapat
17.01.2002
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
banner
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 NET YORUM
 HYDEPARK
 ANKETLER
 ŞAMDAN
 GOOOOL
 DİYET
 TATLILAR
 SAMANYOLU
 CİNSELLİK
 TELE ŞAMDAN
 PAZAR SABAH
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 
Yabancı genelkurmaylar ve Türkiye'nin gizli "Gurka"lığı..

ABD'nin daveti üstüne, Ankara'nın Washington'a bir hayli kalabalık bir heyetle yaptığı çıkartma sonucu, Türkiye'nin ricaları somutlaştı:

- Bizi şimdiye dek, sadece askeri alanda sımsıkı sadık bir müttefik; yani ülkesinde dilediğiniz kadar askeri üs kurabileceğiniz, gerek gördüğünüzde köylü taburlarını da dilediğiniz gibi kullanabileceğiniz bir "Gurka devlet" (Gurka'lar, İngiltere'nin dilediği yerde kullandığı Nepal askerleridir) olarak değerlendirdiniz. Bundan böyle bizi sadece askeri alanda bir Gurka müttefik olarak değil, aynı zamanda ekonomik alanda da bir dayanışma ortağı olarak benimseyiniz..

Tabii bu ricalar, böyle katıca değil, diplomasinin zarif bir iğne oyası üslubuyla açıklandı.

Türkiye kendi tarihiyle yüzleşebilecek bir gücü gösterebilseydi; bugün "yaşam kalitesi" açısından dünya sıralamasında 82. sıradaki bir "sinsi talanlar ve iri yalanlar" ülkesi olmazdı.

Biz ilk kez dış ülkelerin "genelkurmayları"yla, III. Selim - II. Mahmut dönemlerinde ilişki kurmaya başladık.

Osmanlı'nın çağ dışı kalmış savunma örgütünde de, bir yenilenmeye gidilmek isteniyordu.

Nihayet 1826'da 229 taburdan oluşan, 140 bin kişilik Yeniçeri ordusu asılıp, kesilip, kılıçtan geçirildi. Ve bu; tarihte ilk kez görülen, kendi ordusunu kanlı bir katliamdan geçirme hareketine de, "Vak'a-i hayriye, yani hayırlı olay" adı verildi.

Yeniçeri'nin yerine kurulan, "Nizam-ı Cedit, yani yeni düzen" ordusu, Fransız Genelkurmayı'nın gözetimi altındaydı.

II. Mahmut'tan sonra Abdülmecit döneminde de, ilk kez dış ülkelerden borç alınmaya başladı. Dolmabahçe Sarayı yapılırken alınan ve ödenmesi 1946'ya kadar süren ilk dış borçlar...

1871'de Bismarck, çeşitli eyaletlerden oluşan Almanya'da "Alman Birliği"ni kurduğu zaman; Almanya'nın, İngiltere ve Fransa gibi Afrika'yla, Asya ve Adalar'da sömürgeleri yoktu.

Berlin'in gözü Osmanlı İmparatorluğu'na takılmıştı. Şayet, iyice çağ dışı kalmış olan Osmanlı üstünde nüfuzunu arttırabilirse; ta Orta Asya'ya kadar uzatabilirdi egemenlik alanını ve İngiltere'yle Fransa'yı bir ölçüde dengeleyebilirdi...

Tanzimatçılar'ın çağdaşlık Kâbe'si olan Paris'in yerini; genç Osmanlı zabitlerinin gözünde yavaş yavaş Berlin almaya ve Orta Asya'ya dönük bir Türk ırkçılığı dalgası kabarmaya başladı.

II. Wilhelm, 5 milyon altın yardımı karşılığında Enver Paşa'yı; bir gecede Rusya, İngiltere ve Fransa'ya karşı savaş ilan etmeye razı etti... Berlin Genelkurmayı da, Türk köylü taburlarını dilediği gibi kullanmaya başladı... 2 milyon şehit karşılığında I. Dünya Savaşı kaybedildi. 50 bin kişi Galiçya'da öldü, 73 bin kişi Sarıkamış soğuğunda donarak öldü.

Ve bu askeri skandallar, hamaset şiirleriyle örtbas edildi.

Washington'la artan yakınlaşmamız sonucu, Kore'ye asker gönderdiğimiz zaman da, Marshall yardımlarıyla Cooley kredileri gelmeye başladı. Ve savunma güçlerimizin yüzde 95'ini NATO'ya bağladık...

Benim kuşağımın militerleri, ilk kez dünyaya açılıyor ve eşleriyle birlikte katıldıkları NATO gezilerinde büyüleniyorlardı.

Büyük Okyanus'un ortasındaki bir Amerikan uçak gemisine, pilota ters oturularak uçulan bir uçakla inmek...

Gece, uçak gemisinden kalkıp inen jetlerin çıkardığı yıldırımlı ışıklar...

Cape Kennedy'den uzaya fırlatılan füzeler..

PX'lerdeki göz kamaştırıcı bolluk...

Benim kuşağımın bunlarla büyülenen militerleri; ne Amerika'nın anti-militarist filmleriyle, Jack London'un "Demir Ökçe"sini, Arthur Miller'in "Cadı Kazanı"nı, Norman Mailer'in "Çıplaklar ve Ölüler"ini; ne Zola'nın "Bozgun"unu; ne de bizim, şatafatla kolay kolay hipnotize olmayan yazı adamlarımızı biliyorlardı...

Örneğin 12 Mart döneminin İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Faik Türün Paşa, -yasa dışı bir gözaltında- bana Selimiye Kışlası'ndaki özel bir odada geceleri işkence sesleri dinletiyor; tuvalete giderken ellerimi kelepçeletiyor ve kapısı açık tuvalete oturduğumda, karşıma dikilmiş nöbetçi beni seyrediyordu.

O sırada Faik Paşa da, bir Amerikan generaliyle birlikte; kendisi de, aynı ortak örgütün komutanıymış gibi, Selimiye Kışlası'nın koridorlarında havalı havalı dolaşıyordu...

Cevdet Sunay Paşa da demeç veriyordu:

- Donumuza kadar her şeyimizi Amerika veriyor, diye...

Türkiye'nin ekonomik sorunlarını ön plana çıkarmak yasaklıydı o yıllarda. Ve ABD, Türkiye'yi "Gurka bir ülke" olarak görüyordu sadece; o kadar. İçerdeki sinsi talan ve iri yalanlar ilgilendirmiyordu Pentagon'u.

Bugün ise durum değişik... Türkiye'nin ekonomik açıdan da kalkındırılması ve içerdeki talan, yolsuzluk, rüşvet ve hırsızlıkların üstüne gidilmesi gerekiyor.

Gurka'lık bir süre daha devam etse bile, ekonomik bir dayanışmanın gelişmesine de özen gösterilecek...

Çünkü ılıman İslam profilli, çağın ekonomisi ve olanaklarıyla bütünleşmiş bir ülkeyi, model olarak göstermek gerekiyor 1 milyar 300 milyonluk İslam dünyasına... O model de Türkiye...

2020'lere kadar dişinizi sıkın ve enseyi karartmayın...



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır