Karlı düşünceler
Ne tuhaf! Gündelik hayat bir parça durunca bizim de içten içe durup dinlendiğimiz zamanlar vardır; hayatı yavaşlayarak algıladığımız zamanlar...
Yoğun kar yağışı metropol insanlarına bu olanağı veriyor.
Hareket yeteneğini kaybettiği için sinirlenen kentliler ağır ağır kasabalı bir sabra doğru ilerliyor sanki...
Ve durup bakıyor insan; çevresine, kendine... Hayata!..
Geriye dönüyor, elinde kar yumuşaklığında bir tartıyla her şeyi bir daha değerlendiriyor.
Sonra bazen buz tutuyor, buz kesiyor bilinci; bazen babaannelerin çocuklar uyanmadan yaktıkları sobaların özlem dolu sıcaklığı gelip sarıyor insanı...
Bazen kar hep sürse ve "hiç ilerlemese hayat" diye geçiriyor aklından; bazen buzda kaymasın diye düşüncelerine zincir takıyor...
Bende de öyle oldu şu son birkaç gün...
***
Penceremin altında uzanan bahçeyi kaplayan beyazlığa bakmak unutmanın güzelliğini hatırlattı bana...
Nietzsche'nin dediği gibi "belleğin irin toplamış bir yara" olabileceğini bir kez daha anladım ve güzel amneziler (bellek kayıpları) için dilek tuttum.
Ama "her şeyi unutmaya kalkanlar canavarlardır" diyen Del Castillo'yu da yabana atamazdım.
Ömrün en ucunda geriye doğru bakanların yüzünü aydınlatacak türden anılar biriktirebilmek için de sabah kahvelerimin yanına dualar ekledim.
Ve şükrettim!
***
Dizime kadar karda bata çıka yarım saat yürüdüğüm bir alacakaranlık vaktinde, tam ayakkabılarım parçalanmak üzereyken karşıma çıkan küçücük "mahalle ayakkabıcısı"ndan aldığım botları çok sevdim.
Markasız, havasız, cilasız ama gerçek birer cankurtaran olmanın gücüne ve estetiğine sahiptiler çünkü...
Tipi gözlerimin içine doğru yağarken uzak taşradan getirilmiş peynirler; Kastamonu helvası; Balıkesir zeytinyağı satan; müşterilere yanında bir de tavşan kanı çay ikram edilen dükkânların önünden geçmek, kimisine uğrayıp alışveriş etmek güzeldi...
Ve şehir sanki iki ayrı dünyaya bölünmüşken; aynı anda televizyon karşısında hem huzurlu, hem de gecenin Beyoğlu'nda atan nabzından uzakta olmaktan huzursuz olmak güzeldi...
***
Belki de karın; ayazın en verimli yanı yüzeysel Polyanacılıkla uyumsuzluğu...
Üşüyorsanız aldatamıyorsunuz kendinizi!
Kar yolları kapamışsa "bütün yollar benim, istersem giderim" havasına giremiyorsunuz!
Kardan Adam'ın kardan olduğunu biliyorsunuz; bugün var yarın eriyecek...
Marguerite Yourcenar'ın büyük aşk yakınışı geliyor aklınıza: "Yürek sakil bir şey... Bana bedenini ver!"
Bu festival müthiş
İşte tam da böyle bir festival gerekiyordu bu havalara!
Sinemadan kendimizi içeri atacağız; ışıklar sönecek ve...
Örnekse, "Memento"suyla aklımızı uçuran Christopher Nolan bakalım ilk filmi "Following"de nasılmış, onu göreceğiz.
Hollywood'la kıran kırana savaşan ve en sıradan sinema izleyicisinin gözünde bile değerli mevziler kazanan "Bağımsız Sinema"nın yaramaz çocuklarının, henüz tanışmadığımız filmleriyle tanışacağız.
Benim gibi Philip Glass takıntılıları çok mutlu edeceği haberini aldığım özel bir "müzik+film" bölümü de varmış festivalde...
Bu, yeni bir festival.
1. AFM Uluslararası Bağımsız Film Festivali.
18-27 Ocak arasında İstanbul'da yapılacak. Haberiniz olsun...
|