Geçenlerde Radikal gazetesindeki köşesinde, günün birinde çikolatalı sufle tarifi veren Nur Çintay'a bir okuru yememiş içmemiş, eleştiriyi yapıştırmış: "Zaten sufle çikolatalıdır, ayrıca "çikolatalı sufle" demek yakışır mı?"
Nur Çintay'ın "Sufle Savaşları" adlı yazısından öğrendim ben de olup biteni.
Kendine ve bilgisine(!) güvenin şahikasındaki okur bir de şöyle sormuş: "Kendisi hiç çikolatasız sufle gördü mü, yedi mi acaba?.."
İşin beni ilgilendiren yanı ise şurası: Okur köşe yazarına "haddini bildirmek" isterken çok basit bir şeyi yapmamış...
Sufle konusundaki bilgisini bir daha gözden geçirme ihtiyacı duymamış...
Bir ya da birkaç bilene sormamış.
Kendi deneyimini "evrensel" ve "esas" saymış besbelli...
Kendi bilgisini tartışılmaz görmüş...
Ve karar vermiş ki, sufle zaten çikolatalı olur, başka türlü olmaz!
Nedeni, nasılı yok; öyle karar vermiş bir kere...
Üstelik damak kültürü, yemek tarihi gibi şeyler "annemizin mutfağı"ndan çooook ötede bir zenginliğe ve karmaşıklığa sahiptir.
İnsan hiç değilse iki dakika durur, kuşkulanır, öğrenir. Değil mi?
Hayır! Yapmamış...
Sufle sözcüğünün "havayla kabarma"; "üfleme", "puf gibi olma" (ki "puf" da, püffff!) anlamları taşıdığını; ana malzemesinin sandığı gibi çikolata değil, çırpılmış yumurta olduğunu, bu yüzden kabak suflesi,. ıspanak suflesi, peynir suflesi gibi örneklerinin de olabileceğini basitçe bir ansiklopediye bakarak bile öğrenebilirdi oysa...
Ama birine "ders vermenin" dayanılmaz cazibesi belli ki; birçoğumuz gibi onun da gözünü kamaştırmış!
"Oraya çıkmışsın ama doğruyu sen değil, ben biliyorum!" demenin iktidar egzersizini kaçırmak istememiş.