|
|
İç işlerine karışmama
YIlLar var ki, siyasi hayatımızdaki neredeyse bütün sorunların kaynağında siyasi partilerdeki yozlaşmayı gördük. Çözümü de, siyasi partilerin işleyişini demokratikleştirecek yeni bir Siyasal Partiler Yasası'na bağladık.
Bu görüş hepimizin pek hoşuna gitti. Hem kolay, hem pratikti. Üzerinde fazla da düşünmeden, "Siyasi partilerin işleyişi demokratikleşmeden, bu siyaset adam olmaz" gibi, her derde deva bir klişe oluşturup işin içinden çıktık...
Bugünlerde bu klişeye her zamankinden daha sık başvuruyor, neredeyse siyasetin amentüsü gibi tekrarlayıp duruyoruz.
Ama bu arada çok önemli iki noktayı unutuyoruz:
Birincisi, bugün yürürlükte olan Siyasi Partiler Yasası da parti içi demokrasiyi garanti altına almak için çok sayıda hüküm içeriyor. Eğer kanun zoruyla siyasi partilerin içine demokrasi enjekte etmek mümkün ise, neden yürürlükteki Siyasi Partiler Yasası'nın hükümleri hiçbir işe yaramadı ve partiler lider çiftlikleri haline geldi? Siyasetçiler o hükümlere karşı takiye yapmanın yollarını gayet yaratıcı bir biçimde buldularsa, yeni yasaya karşı da bulmayacaklar mı?
İkincisi ve daha önemlisi; partileri demokratikleştireceğiz diye, üye yazımından delege seçimine, örgütlenme tarzından başkanlık süresine ve milletvekili adaylarının belirlenmesine kadar herşeyi kanunla belirlemek; partileri tek tipleştirmek olmuyor mu? Farklı siyasi çizgilerin demokrasi konusunda da farklı yorumları olacağını düşünürsek, siyasi partilerin iç işleyişlerini ayrıntılı bir yasayla sıkı kurallara bağlamak, belli bir demokrasi anlayışını bütün partilere dayatmak değil midir? Ve bu tutum siyasi partilerin siyaset yapma hakkına tecavüz anlamı taşımaz mı?
***
Aslında bu konuda dünya çapında bir tartışma var. ABD'nin başını çektiği Anglosakson geleneği ile Kıta Avrupası geleneği, birçok konuda olduğu gibi bu konuda da birbirinden oldukça farklı bir tutum içinde. Örneğin ABD, bir siyasi partiler yasasına bile gerek duymazken, Avrupa, gitgide daha ayrıntılı siyasi partiler yasaları hazırlayarak, parti içi demokrasiyi yasalarla garanti altına almaya çalışıyor. Ayrıca bu "hukuk yoluyla demokrasi" yöntemini yalnızca kendisi uygulamakla kalmayıp Birlik'e katılacak yeni ülkelere de öneriyor. Avrupa Konseyi nezdinde kurulan Venedik Komisyonu aracılığıyla AB'ye aday ülkelere demokratik bir siyasi partiler yasası için taslak metinler sunuyor.
Geçen gün "Güçlü Türkiye Grubu"nun düzenlediği ve Prof. Dr. Süheyl Batum'la Doç. Dr. Nihal İnceoğlu'nun konuşmacı olarak katıldıkları bir tartışma toplantısında, uluslararası planda varolan bu saflaşmanın bizde de net bir biçimde ortaya çıkışına tanık olduk.
Önce hemen belirteyim, Güçlü Türkiye Grubu'nun bu tartışması, ender rastlayabildiğimiz ölçüde düzeyli ve verimli bir fikir meydanıydı. İnsanlar değil fikirler çarpışıyor; herkes diğerlerinin ne dediğini anlıyor; demagoji değil polemik yapılıyordu.
Tartışmayı kabaca özetleyecek olursak; Süheyl Batum, partilerin iç işleyişlerinin demokratikleşmesi için ayrıntılı düzenlemeler önerirken, Nihal İnceoğlu siyasi partiler yasasındaki kimi ayrıntılı düzenlemelerin partilere tek tip elbise giydirme olacağını söyleyerek karşı çıkıyordu. Ayrıca İnceoğlu, bu tip katı düzenlemelerin siyasette yenilenmenin önünü de tıkayabildiğini söylüyordu.
Bu tartışmayı özetlememin sebebi, uzun süredir yazmayı istediğim bir konuda bana cesaret vermesi...
Ben o toplantıda Nihal İnceoğlu'nun söylediklerine katılıyor, ayrıca biraz daha ileri giderek, "1961'den önce siyasi partiler yasamız mı vardı" diyorum.
Pazar günü konuyu biraz daha açmaya çalışacağım.
Siyasi Partiler Yasası (I)
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|