kapat
19.11.2001
 SON DAKİKA
 EDİTÖR
 YAZARLAR
 HABER İNDEKS
banner
 EKONOMİ
 FİNANS
 MARKET
 TÜRKİYE
 DÜNYA
 POLİTİKA
 SPOR
 GALOP
 MAGAZİN
 SAĞLIK
 KAMPÜS
 HYDEPARK
 ANKETLER
 SİNEMA
 SANAT
 KİTAP
 MÜZİK
 TARİH
 GURME
 GEZİ
 OTOMOBİL
 YAT&TEKNE
 HIGH-TECH
 WEEKEND
 MELODİ
 ASTROLOJİ
 SARI SAYFA
 CANLI
 METEO
 TRAFİK
 ŞANS&OYUN
 ACİL TEL
 KÜNYE
 WEB REKLAM
 ARŞİV
 

Yılmaz'ı ilk kez ağlarken gördüm

Yılmaz Güney ilk kez cezaevine girdiğinde Fatoş Güney 19 yaşındaydı. Bu ilk ayrılığı unutamıyor: Götürüleceğini sezmişti. Türkü söylerken ağlıyordu
Yılmaz Güney, ilk görüşte aşık olduğu Fatoş Güney'le evlendikten 1.5 yıl sonra cezaevine girdi. Gerekçe dosyalara, Mahir Çayan'ları evinde saklaması olarak geçti. Fatoş Güney o günlerde henüz 20'sinde bile değildi ve kocasının ilk gidişini hâlâ unutamıyor. İşte Aktüel dergisine anlattıkları:

"15 Mart akşamı... Yılmaz oğlumuzun beşiğini sallıyor, bir taraftan da İnce Memed türküsünü söylüyordu -ben öpmeye kıyamazdım/ belemişler kızıl kana- Ulaş Bardakçı'nın öldürüldüğü gün de aynı türküyü söylemişti oğluma. İlk kez ağladığını görmüştüm. O gece de bu türküyü söylüyordu. Yıllar sürecek ayrılığı sezmişti galiba. Bütün gece türkü söyleyip oğlumla oynadı. Gözleri acılıydı. Hep türkü söylerdi Yılmaz, ama o gece sesi her zamankinden daha dokunaklıydı sanki. Yemek yapıyordum ve ağlamamak için kendimi tutuyordum. Bir sebep de yoktu ama içim sızlıyordu. Bilmiyordum tabii iki gün sonra onu alıp götüreceklerini. Babam Yılmaz'la evlenmemi istememişti çünkü onun namlunun ucunda olduğunu biliyordu. Evlendikten sonra bunun doğruluğunu anladım. O da bunu bilerek yaşıyordu."

BİR ŞEY OLACAKTI, SEZDİM
Fatoş Güney, bu türkülü gecenin ardından neler yaşadıklarını ise şöyle anlatıyor:

"Yılmaz, 16 Mart günü işe gitmedi, kırlara gitmek istediğini söyledi. İyice meraklanmıştım artık, bir şey olacaktı. 17 Mart 1972 gecesi de eve gelmedi. Günler geçti, haber alamadık. Sağmalcılar'dan başlayıp İstanbul'un bütün cezaevlerini aradım. Sonra mektup geldi, Sağmalcılar'a götürülüyormuş. Gittim ama ilk üç ay ziyaret izni vermediler. Sonra uzun mektuplaşmalar dönemi başladı. Selimiye'ye alınmıştı o dönem. Yalnızlık ve kimsesizlik hissederdim geceleri. Minibüse biner, Selimiye yakınlarında bir yerde inip cezaevinin önünden geçerdim. Oğluma babasının orada olduğunu anlatırdım. 13 ay sonra duruşmaları başladı. Bütün davaları izliyordum. 20 Mayıs 1974'te eve döndü Yılmaz. 26 ay 3 günlük ayrılıktan sonra... 13 Eylül 1974'te tekrar başladı ayrılık. Yumurtalık olayından cezaevine girdi. İkinci ayrılığın ilk mektubunda "Sevgili, ben yine cezaevindeyim. Sen yeni acıları yenmek durumuyla karşı karşıyasın" diye yazmıştı. Ankara, Kayseri, İzmit, Toptaşı, İmralı, Isparta'ya gönderildi. Gönderildiği her şehirde ev tuttum. Güllü Ana (Yılmaz Güney'in annesi), ben ve oğlum, hep yalnızdık. Isparta Cezaevi'ndeyken bir bayram günü çıktı ve bir daha oraya geri dönmedi. Elif, oğlum, ben ve Yılmaz aynı gün Türkiye'yi terk ettik. Artık sürgün günleri başlamıştı..."

'BAĞIŞLA BENİ CİĞERİM'
Yılmaz Güney'in sürgün yıllarında bu kez de yakasını hastalık bırakmıyordu. Ve komaya girmeden önce son olarak dudaklarından eşine şu sözler döküldü: "Beni bağışla ciğerim, çok kötü şeyler olabilir..."

Fatoş Güney ise Yılmaz Güney'in öleceğine inanamıyordu. Hasta yatağındaki kocasına "Oğlumun üzerine yemin ederim ki kötü hiçbir şey olmayacak" diyordu. Fatoş Güney, kocasının hastalığının Isparta Cezaevi'ndeyken başladığını ama bir türlü anlaşılamadığını söylüyor: "Yılmaz'ı Çapa Hastanesi'ne götürdüm. Çok hastaydı. Tahlillerini yaptırmak istedim ancak güvenlik gerekçesiyle buna izin vermediler. Apar topar cezaevine geri götürdüler. Eğer o zaman kendisine bakılsaydı Yılmaz bugün hayatta olabilirdi. Hiçbir araştırma yapılmadı hastanelerde. Bunu Fransa'da ameliyatı yapan doktor da söylemişti."

ONA; BABAM, ANAM, DOSTUM, KOCAM DERDİM
Fatoş-Yılmaz Güney çifti oğullarına da Yılmaz adını verdi. Bugün 30 yaşında olan Yılmaz, bu eski resimlere bakarak babasıyla olan anılarını tazeliyor.

Fatoş Güney, kocasıyla ilişkisini ise şu sözlerle anlatıyor: "Hayata başlamasına yardım edecek yeni bir soluktum onun için galiba. Her şeyi yeniden inşa etmek istiyordu. 18 yaşındaki bir kıza nasıl güvendi bilmiyorum. Ona şöyle derdim ben: Anam, babam, kardeşim, dostum, sevgilim, aşkım, her şeyim kocam!

Aşk bu..."

Savcı, kaza sonucu öldü
Ve o ünlü Yumurtalık'ta yaşananlar... Fatoş Güney o gün yaşananların canlı tanığı: "Selimiye'den çıktıktan sonra Adana'da pamuk ırgatlarıyla ilgili bir film projesi vardı kafasında, o yüzden Yumurtalık'a gittik. Kaldığımız otelin restoranında yemek yerken, Yumurtalık ilçesinin savcısı sarhoş bir şekilde Yılmaz'a sataşmaya başladı. Yılmaz önce aldırmadı. Ama ekipte tepki duyan başka birileri olaya karıştı, olay büyüdü. Yılmaz da kalabalığın tam ortasına çıkıp, elinde silahıyla -her zaman silah taşırdı- herkesin yerine oturmasını söyledi. Olayı yatıştırmak istiyordu, o sırada sarhoş olan savcı bir sandalye kaparak Yılmaz'a saldırdı ve Yılmaz'ın elindeki silah patladı. Tamamen kaza. Ve sonrasında çok ağır bir yargılama... Ben o zaman 23 yaşındaydım. Yılmaz herkese oturun deyince, ben de oturmuştum. Sonra silahı sakladığımı hatırlıyorum onu kurtarmak için. Yılmaz'a 'gidelim' diyordum ama Yılmaz dinlemedi, polisleri bekledik. Ve tekrar aynı süreç başladı..."

Onun gibisi bulunmaz
Avustralya'da yaşayan yazar Nihat Ziyalan, rol arkadaşı Yılmaz Güney'i unutamıyor: Onu çok arıyorum

Nihat Ziyalan. O, Çirkin Kral Yılmaz Güney'in ölümüne kadar en yakın arkadaşıydı. 150 filmde başrol ve yardımcı oyuncu olarak rol aldı. En yakın arkadaşını hiçbir zaman yalnız bırakmadı... Ne var ki, beyaz perdede geçen uzun yılların ardından 80'lerin başında patlayan porno film furyası pekçok sanatçı gibi onu da Yeşilçam'dan uzaklaştırdı.

Son olarak 21 yıl önce Türkan Şoray'la rol aldığı "Azap" filminin ardından; Yeşilçam ona, o da Yeşilçam'a küstü ve ülkesinden çok uzaklara Avustralya'ya yerleşti. Nihat Ziyalan, şimdilerde Türkiye'ye ve Türk insanına olan özlemini yazdığı kitaplarla gideriyor.

Ziyalan, son olarak kaleme aldığı ve Can Yayınları'ndan çıkan "Kısa Pantolonlu Sevda" adlı öykü kitabında İkinci Dünya Savaşı'nın zor günlerinde Anadolu toprağındaki insan ilişkilerini kaleme alıyor. Dostu Yılmaz Güney'den bahsederken ise gözleri doluyor Ziyalan'ın. "Onu çok arıyorum. Keşke yaşasaydı" diyor. Güney'i anlatırken adeta yıllar öncesine dönüyor ve dudaklarından şu cümleler dökülüyor:

MAYASINDA VARDI
"Yılmaz'ın duruşu sonradan edinilmiş bir şey değildi. Onun mayasında haksızlığa karşı çıkma vardı. Yılmaz kadar yurdunu seven bir insan daha tanımadım. Tek hayali sinemaydı. Filmlerini hapishaneden yönetmek istemedi. Bunun için yurtdışına kaçtı. Yılmaz'la cebimizdeki parayı, yiyeceği, elbiseyi paylaştık. İnsanı seven bir yapısı vardı. Gerçekten mütevazıydı. Onu çok ama çok arıyorum. Bazen anılar gözümün önünde canlanıyor. O anda içimi bir burukluk kaplıyor. Keşke yaşasaydı..."

-BİTTİ-



<< Geri dön Yazıcıya yolla Favorilere Ekle Ana Sayfa Yap
  Kasko sigortanıza en uygun  
 rakamı ödediğinizden emin  misiniz?
Evet
Hayır
Bilmiyorum
Kaskom yok
Arabam yok
   
HAFTANIN SOYLEŞİSİ
Nuriye Akman'ın bu haftaki söyleşisi için tıklayınız

Copyright © 2001, MERKEZ GAZETE DERGİ BASIM YAYINCILIK SANAYİ VE TİCARET A.Ş. - Tüm hakları saklıdır