İnsan yeme eylemini anlatan bir gravür.
Şifa niyetine yamyamlık
Tıp tarihçilerinin araştırmaları şoke edici gerçeklerle dolu. İnsan eti yiyerek iyileşme akımı, Avrupa'da 18. yüzyılın sonlarına kadar o kadar yaygın ki, kafası kesilenlerin kanları şifa niyetine kullanılıyor..
Bugün yazacaklarım çağdaş dünyanın tabu olarak gördüğü, hiç yokmuş, hiçbir zaman olmamış, olsa da sadece ilkel kavimler tarafından uygulanmış sayılan bir konu; yamyamlık... İnsanoğlunun hemcinslerini yemesi belki Afrika'nın derinliklerindeki uluslara yakıştırılabilirdi. Ama Avrupa'nın ortasındaki uygar beyaz adamların böyle bir şey yapmaları kesinlikle söz konusu olmadı, olamaz da... Herhalde çoğunuz böyle düşünüyorsunuzdur. Şimdi size 18. yüzyılın sonlarına dek insan eti yemenin birçok hastalığın tedavisinde ilaç olarak kullanıldığını söylediğimde de herhalde bu iddialara inanmayacaksınız.
REÇETE: ERKEK CESEDİ YİYİNİZ
Ama bu ne yazık ki doğru. Örneğin Alman eczacı Johann Schröder'in reçetesine bir göz atın: "Et, küçük parçalar ya da dilimler halinde doğranır, üzerine mürrüsafi ve ödağacı serpelenir, ardından birkaç gün saf alkolde dinlendirilir. Nihayet yağmursuz havada kurutulur. Sonunda tütsülenmiş et tadında olur ve kötü kokmaz." Burada anlatılanların sığır pastırması benzeri sıradan bir yiyecek olduğunu sanmayın, bu etlerin 'kızıl saçlı yeni ölmüş bir erkeğin cesedi'nden alınması öneriliyor. Kafası kesilerek, asılarak ya da işkence edilerek öldürülmüş olması fark etmiyor. Sadece işlemlere başlamadan önce cesedin bir gün ve bir gece açık havada bekletilmesi isteniyor. Schröder sapık bir yamyam olmadığı gibi, 16. ve 17. yüzyıl Avrupası'nda buna benzer insan eti tarifleri adaçayı, rezene gibi şifalı otlarla yapılan ilaçların tarifleri kadar yaygın. İngiltere'nin Durham Üniversitesi'nden, halen bu konu üzerine yazdığı bir kitabının son düzeltmelerini yapan tıp tarihçisi Richard Sugg, "Sanıldığı gibi yamyamlık Yeni Dünya'da değil, Avrupa'da yaygındı," diyor. Amerikalı antropolog Beth Conklin ise Avrupa dışında yamyamların çoğunlukla yakın ilişki içinde oldukları kişilerin etini yediklerini. Eski Roma'da gladyatör kanının sara hastalığı tedavisinde kullanıldığı biliniyor. İnsan eti yiyerek iyileşme akımı Rönesans döneminde hızla yayılıyor. Başlangıçta Mısır mumyalarından kesilen yongalar 'hayat iksiri' olarak satılırken, giderek idam edilen suçluların bedenleri, hatta sokaklarda ölen dilenci ve cüzamlıların cesetleri bile bu amaçla satılıyor. Zaman içinde bu durum akılalmaz boyutlara ulaşıyor. Örneğin 1649'da ölen İngiltere Kralı II. Charles'ın insan beyninden yapılmış bir iksir için 6 bin sterlin ödediği biliniyor. Sıradan insanlar bu kadar para ödeyemedikleri için örneğin idam sehpalarının yanı başında, ellerinde bir kupayla bekleşiyor, kafası kesilen kişinin kanını hemen toplayıp şifa niyetine içiyorlardı. Papa VIII Innocent, 1493'de ölüm döşeğindeyken, hekimlere üç erkek çocuk buldurup kanlarını toplamıştı. Katolik dünyasının lideri kanı içti; sonuçta çocuklar da papa da öldü. Bu örnekler insan organlarının tedavi amacıyla yenmesine ilişkin. Bir de kıtlık ve açlık yüzünden insanların gözünün dönmesi ve kendi hemcinslerini kızarmış kuzu budu gibi görmesi var. Avrupa'da 16. ve 17. yüzyıllarda yaşanan iklim koşulları 'Küçük Buz Çağı' olarak niteleniyor. Günümüzde bile tarım için koşulların pek elverişli olmadığı Orta ve Kuzey Avrupa'da yaşanan bu olağan dışı iklim koşulları, beraberinde büyük bir açlık dalgasını getirmişti. Henüz endüstri devrimi de yaşamayan Avrupalıların durumu berbattı; bu dönemlerde yolculuk yapmak, kelleyi koltuğa almak anlamına geliyordu. Pusu kuran çeteler yolcuları soymakla kalmıyor, onları kesip pişiriyor, afiyetle yiyorlardı.
'ÇEKİRGE YİYECEĞİME ÖLÜRÜM'
Birlikte Amerika'nın batısına yerleşmeye giden 87 göçmen, birden bastıran kış koşullarında 1846'nın ekim ayında Nevada dağlarının ıssız bir bölgesinde sıkışıp kalmış, yiyecek sıkıntısı baş göstermişti. Göçmenler önce hayvanlarını, sonra hayvanların deri ve postlarını pişirip yemişlerdi; nihayet sıra kendi ölülerine geldi. Bütün bunlar geride bıraktıkları günlük notlarından ve arkeologların araştırmalarından biliniyor. Doğrusunu isterseniz, bizim topraklarımızda benzer olaylara hiç rastlamadım, bilmiyorum. Ancak küçükken, Yemen'de esir düşmüş çok yaşlı bir yakınımdan duymuş olduğum olay, bizden pek yamyam çıkmayacağını düşündürüyor bana. Yakınım, Yemen'de kuşatma altındaki bir birliğimiz açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıyayken, bir çekirge istilası yaşandığını anlattı. Komutan, askerlerinin hayatını kurtarmak, onlara örnek olmak üzere bu çekirgelerden birkaçını pişirip yemiş. Askerler ise öğüre öğüre yanından uzaklaşmışlar ve çekirge yemektense açlıktan ölmeyi yeğlemişler. Ölümü pahasına çekirge bile yemeyen bu toprakların insanlarının kolay kolay insan eti yiyebileceklerini düşünemiyorum. Haftaya ağız tadınızı geri getirecek bir konuyla birlikte olmak umuduyla...
Yayın tarihi: 19 Nisan 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/19/pz/haber,F1C80921D71542EE87F09613BE27CF25.html
Tüm hakları saklıdır.