Hepimiz karşıydık tabii
NATO'ya, hepimiz...
Çünkü bizi
"Amerikan uşağı" etmişti. Savaş çıksaydı topun ağzındaydık, Kızılordu'ya birkaç günden ya da birkaç haftadan fazla direnemezdik, yakılıp yıkılacak, işgal edilecektik...
Sonra da kontrgerilla örgütü, gizli silah depolarına dayanıp yeni bir direniş başlatacaktı hesapça! Batıp çıkmaya alışmıştık, önce yenilip sonra kurtuluş savaşına girişmeyi severdik...
Savaşın çıkmayacağını, yani soğuk savaşın bir sıcak savaşa, bir Üçüncü Dünya Savaşı'na dönüşmeyeceğini,
"nükleer terör" dengesinin iyi kurulmuş olduğunu ve bunun en büyük güvence olduğunu göremiyorduk.
Dünyanın paylaşılmış olduğunu biliyorduk ama
"iki tarafın" da bu anlaşmaya
"riayet" edeceğini ummamıştık.
1956 Macaristan ayaklanması sırasında
NATO'nun sergilediği
"vurdumduymazlık" gözümüzü açmalıydı ama o sıralar çocuktuk, büyüdüğümüz zaman da kimse biz altmışlı yılların gençlerine olup bitenleri hatırlatmamıştı...
Bir yandan da KGB bastırıyordu tabii,
Türkiye'de
"NATO'ya hayır" kampanyalarının ardında KGB ve onun gizli ya da açık maşaları vardı!
Bize
"Amerika'nın kucağından kalkalım da Rusya'nın kucağına mı oturalım" diye soruyorlardı,
"hayır, hiçbir kucağa oturmayalım, ayakta duralım" diyorduk.
Bulunduğumuz bölgeyi, Endonezya gibi
"ücra bir köşe" sanıyorduk... Burada
"bağlantısız olunabileceği" hissine kapılmıştık...
Yugoslavya olabilirdi, önemli bir devlet değildi, biz olamazdık.
Herşeyden önce, kendi gücümüzün, kendi önemimizin de farkında değildik! Solcularımız burayı Vietnam, Cezayir falan gibi gariban bir sömürge, ya da Küba gibi bir ada sanmıyorlar mıydı?
Üstelik,
"NATO'dan çıkalım" demekle pat diye çıkılabileceği
"zehabına" kapılmıştık. Devrim patlayacaktı, Amerika buna izin verecekti,
NATO'ya tekmeyi basacaktık, Amerika buna da izin verecekti, iş bitecekti...
Bu yanılgıya son olarak kapılanlar şimdi Silivri ilçemizde zorunlu ikamet halindeler!
NATO'ya bizi
"karşıdevrimcilerin" soktuklarını düşünüyor ve Celal Bayar'dan da nefret ediyorduk.
Onun, İnönü'yle iktidar devir teslimi sırasında,
"NATO'ya niçin girmediniz paşam" sorusuna, İnönü'nün
"aldılar da girmedik mi Celal Bey" diye cevap verdiğini bize anlatmamışlardı!... Bize İnönü'yü
"solcu" diye tanıtan alçaklar bize en büyük kötülüğü etmişlerdi!
Stalin denilen psikopat, zaferden sonra Batı'ya uyuzluk etmeseydi, barış koşullarına uysaydı, zıtlaşmasaydı, soğuk savaşa çanak tutmasaydı,
NATO kurulur muydu? Hayır.
Biz bunu göremiyor, suçu hep Amerika'ya atıyorduk...
Stalin denilen namussuz bizden toprak ve üs istemeseydi, Amerika'nın kucağına atılır mıydık? Hayır.
İkinci Dünya Savaşı'nda Türk faşistleri
Almanya'yla flört etmeselerdi, düşünülen yeni dünya düzeninde (o zamanlar
"yeni nizam" denirdi) Alman kuklası bir Turan İmparatorluğu kurmak gibi çocukça düşlere kapılmasalardı, müttefiklerden yana kesin tavır koysaydık, savaşın bitiminde Stalin bizden öyle kolayca üs ve toprak isteyebilir miydi? Ona da hayır.
Peki,
"Kıbrıs işine" kalkışıp
NATO kurallarını çiğnemeseydik, 12 Eylül olur muydu? Olmazdı.
Size, 68 ve 78 kuşaklarının başlarına gelen bütün belaların çıkış noktasını, özünü, temelini anlattım.
Bilmiyorduk, görmüyorduk, düşünmüyorduk, atıp tutuyorduk.
Bu yüzden burnumuz da boktan kurtulamadı.
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 6 Nisan 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/04/06//haber,1FBFC0E56C204ACCAB9BA88B612C4246.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.