Aslında liderlerden çok başkan adaylarının sürüklemesi gereken yerel seçimler, genel seçim boyutlarına taşınmasaydı, daha ötesi iktidar için bir tür güven oylamasına dönüştürülmeseydi, sonuçları ve yansımaları farklı olabilir miydi? Kampanya yerel seçim çerçevesinde tutulsaydı, örneğin İzmir'de rahmetli Ahmet Piriştina'ya göre daha az başarılı olan ve vizyon eksikliği bulunduğundan yakınılan Büyükşehir Belediye Başkanı Aziz Kocaoğlu tüm zamanların rekorunu kıran bir oy farkıyla seçilebilir miydi? İzmir, "Mutlaka istiyorum" diyen Erdoğan'a adeta meydan okur gibi "İnadına CHP" mesajı vererek 30 ilçesinden 29'unu Altıok'a teslim eder miydi? (30'uncusunu, Tire'yi DP kazandı.)
Örneğin tarihlerinde hiç MHP'li başkan görmemiş olan ve AK Parti'nin "Kale" olarak kabul ettiği Manisa, Balıkesir gibi Ege illeri önümüzdeki 5 yılı Üçhilal'in yönetiminde geçirmeyi tercih ederler miydi?
Örneğin Menderes Türel gibi muhaliflerinin bile son derece çalışkan ve başarılı buldukları bir başkanın yönettiği Antalyalılar, "Pekiyi"lerle dolu bu karneye rağmen mühürü oy pusulasında CHP'nin hanesine basarlar mıydı?
Güneydoğu tablosu Aynı şekilde, iktidar partisi bir tür erken genel seçim stratejisi izlemeseydi, DTP de 29 Mart'ı "Referandum", hatta "Hesaplaşma" olarak ilan edebilir miydi? Örneğin Diyarbakırlılar onca ekonomik yatırımı, onca sosyal desteği, onca açılımı, TRT Şeş gibi sadece Güneydoğu'nun değil, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan tüm Kürtler'in alkışladığı cesur adımı bir yana bırakıp Osman Baydemir'e daha çok cesaret, hatta cüret verecek bir oy oranı armağan ederler miydi? Hem de kentin artık kangrenleşmiş yığınla sorununa rağmen.
Daha Van var. Mersin'in en büyük ilçesi Akdeniz var. Hakkâri'nin "Tulum"u var...
AK Parti yönetimi seçim analizlerinde ne gibi bulgulara ve sonuçlara ulaşacak henüz bilmiyoruz ama büyük olasılıkla bu sorular yanıtsız kalacak. Hem sonra inandırıcı yanıtlar bulunsa bile, film geriye sarılamayacağına göre, pratikte herhangi bir önemi de olmayacak.
Obama kaldıracı En iyisi, bugün manşetimizde de vurgulandığı gibi, bir an önce
Türkiye'nin gerçek gündemine dönmek.
ABD Başkanı Obama sayesinde bu dönüşün hem çok kısa sürede, hem de çok çabuk gerçekleşeceğini umuyoruz. Malum; yarından sonra, yani 2 Nisan'da Londra'da
Türkiye'nin de yer aldığı G-20 grubunun zirvesi var.
Hemen ertesinde, 3-4 Nisan'da,
NATO'nun 60'ıncı yıldönümü törenleri çerçevesinde Fransa'nın Strasbourg kenti ile
Almanya'nın Kehl kasabasında,
Türkiye'nin de katılacağı Kuzey Atlantik İttifakı zirvesi yapılacak.
5 Nisan'da Prag'daki ABD-AB zirvesinin ardından Obama bizim konuğumuz olacak. 6 Nisan'da Ankara'da, 7 Nisan'da da İstanbul'da.
Londra zirvesinin gündemi malum; küresel ekonomik kriz. Dünyanın büyük umutlar bağladığı bu zirvede ya en büyük 20
ekonomi krizle ortak mücadele için eylem planı kabul edecek, ya da "Herkes başının çaresine baksın" denilecek. İkincisi hem himayecilik demek. Ama aynı zamanda G-20'nin tüm üyeleri gibi
Türkiye için de yeni paketler, yeni önlemler demek.
Strasbourg-Kehl zirvesinde
NATO'nun kimlik ve misyon sorunu masaya yatırılacak ama ondan da önemlisi
Obama'nın "Benim savaşım" dediği Afganistan'a takviye güç talepleri karara bağlanacak. Türkiye için sadece önemli değil, epeyce de sıkıntılı bir konu.
Obama'nın Ankara ziyaretinde TürkiyeABD ilişkileri yeniden tanımlanacak, İstanbul gezisinde ise Medeniyetler İttifakı'ndaki "Köprü ülke" işlevine yeni boyutlar eklenecek.
Türkiye'nin küresel oyunculuğunun tescil edileceği bu zirveler dizisi de yerel tartışmaları aşmamızı sağlayamayacaksa, "pes"ten başka diyecek söz kalmıyor...
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 31 Mart 2009, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/31//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.