İkinci kez Bağdat'tayız. 2008 Temmuz'unda Başbakan Tayyip Erdoğan'la gelmiş ve "Bağdat'ı göremeden dönmüştük. Bu kez Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün hazırlıkları aylar süren ve haftalardır konuşulan gezisine eşlik ediyoruz. Heyetimiz hayli kalabalık. 103 kişi: Cumhurbaşkanı Gül, eşi Hayrünnisa Hanım, Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu, İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Dış Ticaretten Sorumlu Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen, Irak Türkmeni bir aileden gelen Bilkent Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Doğramacı, TBMM'den 2 üye, Cumhurbaşkanlığı'ndan 21 görevli, Devlet Bakanlığı'ndan 4, İçişleri Bakanlığı'ndan 1 bürokrat, Dışişleri Bakanlığı'ndan 12 diplomat ve memur, Genelkurmay Başkanlığı temsilcisi, 11 işadamı, 11 gazeteci ve 34 koruma. Evet, 34 koruma!
Uçakta Gül'le yarım saat kadar sohbet etme imkânımız oldu. Söze, "Bağdat'ı daha önce göreniniz var mı?" sorusuyla başladı. Düzeltti: "Eski Bağdat'ı, yani savaştan önceki Bağdat'ı gören var mı?" Ve ekledi: "Varsa,
o güzel Bağdat'ın ne hale geldiğini görünce herhalde gözyaşlarını tutamayacak. " Sonra kendi anılarını aktardı. İlk kez 1974'te ziyaret etmişti Bağdat'ı. "Babil Kulesi'ni bile görmüştüm" dedi. Özellikle iki mahali unutamıyordu: Birincisi, Türk Şehitliği. "Cennetten bir köşeydi orası. Girişinde taştan örülmüş küçük bir anıt bulunuyordu. Anıtta "Bağdat'ın kapısını Genç Osman açtı" diye başlayan o ünlü şiirin 4 kıtası yazılmıştı..." Gül'ün ikinci unutamadığı mekân ise İmam-ı Azam Camii'ydi.
Erbil'e gidilebilir miydi? Bu girişten sonra sorularımız başladı:
*
Gezinizi neden Bağdat'la sınırlı tuttunuz? Örneğin neden Erbil'i eklemediniz? Gül: Bu özelliği olan bir gezi. 33 yıl aradan sonra Irak'a giden ilk
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı'yım. (Not: En son 1976'da Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk ziyaret etmişti.) O nedenle programın çok titizlikle hazırlanması gerekiyordu.
Sadece Erbil olamazdı. Ya Kerkük. Musul, Necef ve Basra gibi Irak'ın tüm coğrafyasındaki kentlere de uğramak gerekiyordu, ya da sadece Bağdat'la sınırlamak. İlk seçenek güvenlik sorunları nedeniyle sakıncalı bulununca, Bağdat'la yetindik.
Gezimiz,
Türkiye'nin Irak'a verdiği desteğin vurgulanması açısından önemli. Ayrıca Irak'ın normalleşmesi, toprak bütünlüğünü ve siyasal istikrarını koruması, komşularıyla iyi ilişkiler kurması açısından da önem taşıyor. Irak normalleşirse, doğal kaynaklarını daha iyi değerlendirip halkının refahını sağlayabilir.
Normalleşmesi için iki koşulun gerçekleşmesi çok önemli: 1-Toprak bütünlüğünün korunması, 2-Terör örgütlerinin temizlenmesi. Türkiye'yi ilgilendiren terör örgütleri Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nin denetimindeki bölgede bulunuyor. Irak'ın topraklarını tümüyle kontrol edebilmesi, öncelikle o terör örgütlerini söküp atmasından geçiyor.
*
Mesut Barzani'nin sizinle görüşmek için Bağdat'a geleceği spekülasyonları yapılıyordu. Ama gelmiyor. Siz bu tavrı nasıl değerlendiriyorsunuz? Gül: Barzani şu sıralar Avrupa'da. Hem şahsi sorunları var (Sağlık kontrolü), hem de Başbakan Nuri El-Maliki ile ilişkileri son derece gergin. Aralarında çok sorun var.
*
Resmi görüşmelerde hangi konular üstünde durulacak? Gül: İlave petrol ve doğalgaz boru hatları inşası ağırlıklı bir yer tutuyor. Tabii güvenlik sorunu da. Gezi ayrıca bu ve benzer konularda karşılıklı siyasi irade beyanının ortaya konulması açısından ayrı bir anlam taşıyor.
Sınır çizgisinin cilvesi *
Kuzey Irak'la ilişkiler hangi noktada? Gül: Hiçbir ülke artık homojen değil.
Ama biz "Hepimiz bir milletiz" dediğimizde, Türkler, Kürtler ve diğer unsurların bir arada yaşamasını kastediyoruz. Şimdi Kürtler'in bir bölümü Irak'ta. Sınırlar bölünürken çizgi bazen ortadan geçti, bazen kıyıdan...
Irak'ın yapısı bizi ilgilendirmez. Buna sadece Irak halkı karar verebilir.
Ancak iş Kuzey Irak'a gelince, durum biraz farklı: Terör örgütünün lider kadrosu, karargâhları orada. "Benim bölgem, benim topraklarım" diyorsa gereğini yapmalı. Yok, "No man's land", yani "İnsansız bölge" olarak görüyorsa, o zaman konuşulacak bir şey yok, Zaten sormamıza da ihtiyaç kalmaz, gereğini yaparız.
Terör örgütünün bitirilmesi için bütün yollar denenebilir, denenmeli. Zaten bu konuda tek yol, tek çözüm olamaz.
Türkiye'de terörü haklı kılacak bir durum yok. Bunu artık dünya da anladı. Örgüte farklı bakan bazı Avrupa ülkeleri de tutumlarını düzelttiler.
Herkesin muhasebesini yapacağı, herkesin kanı durdurup kardeşliği güçlendireceği, aidiyet duygusunun paylaşılacağı bir dönem başlamalı.
Umutluyum. Herkesin bu anlayışa geldiğine inanıyorum. Herkes bu işi bitirmek için canla başla çalışıyor.
İlk kez "Kürdistan" dedi *
"Herkes" kim? Gül: Bu konu ancak bu başlıkla ve ancak bu kadar konuşulabilir. Eşimle birlikte Irak'a gitmem, en büyük jest. Çomak sokmuyoruz, gizli ajandamız yok. Irak'a, kuzey bölgesi de dahil, baştan beri en büyük desteği biz verdik,
Türkiye verdi. Madem Irak'ın parçasısınız, madem Kürdistan Bölge Hükümeti'siniz (Not: Gül sohbet boyunca ilk ve son kez "Kürdistan" sözcüğünü kullandı, Irak Anayasası'nda bu ifadenin yer aldığını vurguladı, "Irak Anayasası'na göre nasıl tanımlanıyorsa, adı o" dedi), orası sizin diyorsanız, terör örgütünü barındıramazsınız. Çünkü terör örgütünün oradaki varlığı, daha fazla işbirliğini önlüyor.
Terörü sona erdirmek için çeşitli yollar denenebilir: Silahlı mücadele, örgüt üyelerini kazanmak, dağdan indirmek, halkı terör örgütünden izole etmek gibi. Bu yolların hepsi bir arada uygulanabilir.
Ama bu işin artık bitmesi lazım. Silah bırakılacak, terör ve kan dökülmesi bitecek.
Kürt Konferansı girişimi *
Erbil'deki Kürt Konferansı girişimi için ne düşünüyorsunuz? Gül: Türkiye'yi kaybetmenin ve kazanmanın ne olduğunu Kuzey Irak Kürtleri de gördüler. Aramızdaki ilişkileri terör örgütünün zehirlediğini artık anladılar. Oysa onlara
Türkiye her zaman kucak açtı. Halepçe'den sonra, İlk Körfez Savaşı'nda... Mesut Barzani'nin konvoyuna bomba atıldığında, hemen telefon edip yaralıları
Türkiye'de tedavi etmeye hazır olduğumuzu bildirdim.
Şimdi onlar da "Bu ateş sönmeli, kan durmalı, terör bitmeli" çerçevesinde ilk defa harekete geçiyorlar. Göreceğiz. İzleyeceğiz.
Uçaktan iner inmez, Irak Cumhurbaşkanı Celal Talabani'nin Dicle kıyısındaki resmi konutuna gittik. (Not: Saddam Hüseyin'in eşi Sacide'nin yazlık sarayı.) Hemen resmi görüşmelere geçildi. Ardından ticari ve ekonomik işbirliği anlaşması ve basın toplantısı.
Ya silah bırakacaklar, ya da... Türkiye-Irak ve
Türkiye-Kuzey Irak ilişkilerinde PKK'nın olumsuz etkileri basın toplantısında da iki lider tarafından dile getirildi. İşte yanıtlar:
Gül: Türkiye-Irak ilişkilerinin daha da ileri götürüleceği bir dönemde sıkıntılı unsurların, terör belasının aramızdan çıkması gerekiyor. Terörü tamamen yok etmek için her türlü çalışmanın hep birlikte yapılması gerekir. Herkese iş düşüyor. Terör örgütünün kamplarının ve lider kadrolarının olduğu yerin yöneticilerine herkesten çok iş düşüyor.
Talabani: PKK sadece
Türkiye-Irak ilişkilerini zehirlemekle kalmıyor, ayrıca Kuzey Irak'ta 500 köyün halkının evlerine dönmesini de engelliyor. PKK'lılara son sözümüz şu: Ya silahlı mücadeleyi terk edecekler. Ya da ülkemizi.
Talabani sözlerini, "Ana gibi yar, Bağdat gibi diyar olmaz" diye noktaladı. Ama o diyardan o kadar çok şey kaybolmuş ki...