kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
29 Mart 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Kimin dedesi İstanbullu?

YEŞİM TABAK
27.03.2009
"Benim babam İstanbulluydu. Dedem de, onun babası da İstanbulluydu. Annem de İstanbulluydu!"
Hayat Var'da öksüre tıksıra bu sözleri sarf eden ve oksijen tüpüne bağlı olduğu halde fosur fosur sigara içmeye devam eden yatalak dede (Levend Yılmaz), dünya âleme küfreder bir ruh hali içinde (Hele de rakı içmeden balık yemek durumundaysa). Can alıcı soru, 13-14 yaşlarındaki torunu Hayat'tan (Elit İşcan) geliyor:
"İstanbullular zengin olmaz mı?"
"Hayır! Hepsi dışardan gelenler. Hepsinin ... ...m!"
Hayat Var, Erdem'in ilk uzun metrajlısı A Ay'ın (1988) arabeske ve İstanbul'un yeni düzenine teslim olmuş versiyonu gibi. A Ay'ın 'eski İstanbullu' ailesi, aristokrat sayılabilecek bir geçmişi temsil ediyordu. Filmin 12 yaşındaki kahramanı Yekta, bir kayığa atlayıp gözden kaybolan annesinin özleminin yarattığı sanrılar içinde, William Blake şiirleriyle yetişiyordu; Büyük Ada'da evleri vardı, edep ve adap bilmek zaruriydi. Hayat Var'ın 14'üne yeni basmış Hayat'ı için ise, kural koyabilecek iktidara sahip kimse yok ortalarda. Boğaz, rakı ve balıkla özetlenebilecek bir 'eski İstanbul'u yaşıyorlar. Göksu deresi kenarında derme çatma bir evleri var; kriminal işlerle meşgul babasının (Erdal Beşikçioğlu) peşinde kalbi kırık erkek sevgilileri dolaşıyor; bitik dededen umut yok; ilgisiz annesi polis kocasından doğurduğu erkek bebekle meşgul; babasının arkadaşı/eski hayat kadını (muhtemel lezbiyen) teyze ise, "Tavşanım, pamuğum" diyerek kahramanımızın ayaklarını ve hatta bacaklarını yıkamakta. Bakkal amca zaten 'dünden hazır' tecavüzcü... Filmin kamerasının tüm bu taciz ortamının dışında kaldığını söylemek zor. Çocuklukla genç kızlık arasında sıkışıp kalan Hayat, acılı tablonun içinde bir 'Lolita' özgüveni ve kışkırtıcılığıyla dolanıyor. Ayrıca televizyonda Hülya Avşar (tecavüz) klasiği Fatmagül'ün Suçu Ne?'yi izlese de, kendi kaderini çizmeye Fatmagül'den daha kadir bir hali var. Finale bakılırsa tek çıkış yolu, 'İstanbullu olmayan'ların şuursuzluk ve cehaletle karışık umuduna dahil olmak. Aksi halde, 'yeni zengin'lere saydırarak ve geçmişin acılarını yad ederek söylendiğiyle kalacak.

SAHİCİ VE HAYALİ...
Reha Erdem, olan biteni, yer yer son derece zarif, yer yer aynı derecede banal kaçan (beşikteki bebeğin yerine geçip emzik takan yeni yetme küçük kız gibi) bir sembolizm ve 'deniz seviyesinden İstanbul' estetiğiyle yansıtıyor. Soundtrack'te Orhan Gencebay, Neşe Karaböcek ve Mine Koşan var. Hayat Var, arabeskin 'damar'ından çok, arabeskin kıymetini bilme noktasına gelmiş 'eğitimli şehirli'nin heyecanıyla yansıtıyor İstanbul'u.
Bu şehirde en yapılabilir görünüp de en az yapılan şeylerden biri, herhalde kayıkla yolculuk etmektir. Erdem'in filmi kayıklarla tankerlerin yarıştığı bir manzara sunarak, kısmen gördüğümüz, kısmen de görmek isteyeceğimiz bir İstanbul'un peşine düşmüş. Kayık, hem geçmişe dair bir imge hem de öte dünyaya açılmanın bir yolu. Bugünden ise, pek de eser yok. İstanbul gerçek bir metropole dönüşemediği ve ucubeliğini sürdürdüğü müddetçe, İstanbul diye bir anlam verilmeye çalışılan şey, örfü adeti iyi-kötü belli bir geçmiş olmayı sürdürecek gibi görünüyor. Hayat Var'da bu geçmişin acısı da, o acıyı aşma çabası da mevcut. Erdem'in kahramanı çocukluk ve gençlik; filmi, geçmişin yükü ve geleceğin belirsizliği arasında bir yerde duruyor. Bir tarafı sahici, bir tarafı Reha Erdem usulü hayali.