Kıymetli okurlar, biliyorum kiminize gıcık bir insan gibi görünüyorum ama şu 'rap' nedir Allah aşkınıza? (Üstelik, geçerken belirteyim, özünde iyi bir kişi sayılırım.) Geçen hafta 'Sagopa Kajmer' takma isimli, esas adı Yunus olan bir arkadaş televizyona çıktı, 'repçi'ymiş, yanına hanımını da almış, Beyaz Show'da egosantrik egosantrik konuştu. Yani, benim çıkarabildiğim kadarıyla, çok acayip bir kimseymiş, çok acayip sözler yazarmış, isyan yüklü bir kardeşimizmiş... Bıyıklar ve sakalları Umre'ye gidip gelmiş gibi kesili ama arada 'break dance' stilinde bir şeyler yapmaya çalışıyor... Ne diyeyim ki şimdi ben? Tam bir kültür şambreli... Yani, artık havada ne kadar madde uçuşuyorsa, bir şambrele doldurmuşlar, öylece yuvarlanıp gidiyor. Kah zıplıyor, kah kendi etrafında sendeleye sendeleye tur atıyor...
Ne demek istediğimi daha iyi ifade edecek bir örnek vermek isterim, müsaadenizle... Efendim, zamanında bir iş seyahati için Malezya'ya, Kuala Lumpur'a gitmiştim.
Orası çok acayip bir memleket. Gökdelenlerin bini bir para, doğa güzel, şehrin göbeğinde kocaman bir orkide parkı falan var, lakin gelin görün ki, altyapı sıfır.
Neyse, mevzuumuz bu değil. Efendim, Malezya'nın nüfusunun çoğunu Malay denen bir ırk oluşturuyor. Gerisi de Çinli ve Hintli zaten. Bu Malay milletinin tipi değişik. Yarı Aborjin, yarı Hintli gibi bir tipleri var. Allah insanı nasıl yaratmışsa yaratmış, bize her millet bir tabii.
Üstelik Malay milleti Müslüman... da, mesele o değil. Bu Kuala Lumpur'un bir meydanı var, gençler orada toplaşıyor, birbirleriyle hasbıhal eyliyorlar. İşte o meydanda gördüğüm manzara beni derinden etkiledi...
YILAN DANSIYLA İŞE BAŞLAMIŞ "Lafı dolandırma da, ne diyeceksen de!" dediğinizi duyar gibi oluyorum, lütfen biraz daha kibar olun, izah ediyorum... Meydanda toplaşan Malay gençlerin arasında 10-15 kişilik 'heavy metalci' bir ekip dikkati çekiyordu. Saçlar uzatılmış, montlarından sarkan zincirler itinayla oraya buraya sokuşturulmuş, böyle dikenli dikenli bileklikler falan... "Yahu birader," dedim kendi kendime, "Amerika nere, sahnede civciv ezen Ozzy nere, orkide bahçeleriyle dolu Kuala Lumpur'un Malay bebeleri nere?!" Hani müzik evrenseldir diye bir hadise var ya, ona tamam diyelim de, elin Amerikalısının uydurduğu bir tuhaf kültürü alıp Kuala Lumpur'un orta göbeğinde bir gariban Malay çocuğuna zincir diye takınca uymuyor işte, komik oluyor.
Bizdeki de aynı hesap. Adamın adını doğduğunda ne beklentilerle Yunus diye koydular kim bilir. Gelin görün ki, Harlem'den fışkırıp Amerikan eğlence endüstrisi tarafından tüm dünyaya zerk edilen ve hem üzerinden kamyonla para kazanılan, hem de bir alt Amerikan kültürü olarak tüm dünyaya bir 'kimlik' niyetine dayatılan 'yılan dansı'yla işe başlamış olan Yunus, daha sonra 'repçi' olmaya karar vermiş ve kendine muhtemelen dedesinin Yunus Emre'den esinlenerek koyduğu güzelim ismi, gizemli olsun diye Sagopa Kajmer olarak değiştirmiş. Şimdi ona repçi camiasında kısaca 'Sago' diyorlarmış...
Sonra, hayranları varmış. Niyeyse, son yıllarda ortalık hayran olunan acayip insanlardan geçilmiyor. 'Fan club'! (Yonca Evcimik'in bile bir sürü fanatiği olduğunu dehşetle öğrenmiş bulunuyorum. Çapkın Kız adlı eserindeki şu muhteşem sözlere bir bakın: "Her gün başka sevgili bulurum / Dansı eğlenceyi severim / Aşka inanmam sevgiye kanmam...") İşte 'Sago' kardeşimiz de böyle fanatikleri falan olan bir kardeş, "Deneyiminle deneyi bir denek misin Sago? Gırtlağında halata bağlı sen binek misin Sago?" diye Veliefendi ahırlarından çıkma fevkalade manalı sözler yazabiliyor. Ver uyağı rahvan gitsin!. ZAFER, MUZAFFER, MANİFATURA... Hanımıyla çıktı programa dedim ya, hanım da 'repçi', alemde Kolera takma ismiyle tanınıyormuş, büzüşmüş, 'Sago'nun yanında oturuyor. Kadınlara 'bayan' diyen 'isyankar' bir bayan. 'Sago'yla şarkı sözü bulma paslaşması yapıyorlarmış evde bir güzel. 'Zafer' lafı takılmış bir gün aklına, şarkı yapayım demiş, "Sago! Bana 'zafer'le ilgili bir uyak söylesene canım!" diye seslenmiş, 'Sago' da yaratıcı ya, buna dönüp, "Muzaffer!" demiş!..
İşte örnek çift, işte kolektif çalışma!..
Sonra, bu isyanı temsil eden 'rep' işine girmiş ve son derece 'sıra dışı' olan hanım, Kolera yani, Turizm Meslek Yüksekokulu bitirmiş, bir süre otellerde falan çalışmış, bir daha hayatta çalışmazmış, eğer 'repçilik' sanatını bırakırsa ticaretle uğraşırmış. Türkiye koşullarında ikinci iş olarak manifaturacılık hayali kuran bir isyankar 'repçi'yle karşı karşıyayız kıymetli okurlar! Uzun zamandır anlamaya çalıştığım 'repçilik camiası' benim açımdan daha da içinden çıkılmaz bir hal aldı. Vardığım sonuç şudur: Fatih Ürek'in 'yılan dansı' brek danstan, Azer Bülbül müziği ise 'rep' müzikten çok daha özgün ve üstündür...
Yayın tarihi: 14 Mart 2009, Cumartesi Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/03/14/ct/haber,C97B15ADC92345FF895E4A28808DE48F.html Tüm hakları saklıdır.