kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
14 Mart 2009, Cumartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat
Can Evrenol şimdilerde İngiltede'de çekeceği yeni filmine hazırlanıyor. "İlk defa bir prodüktörle çalışacağım, çok heyecanlıyım..."

Bir elinde testere bir elinde kamera

KAYA GENÇ
06.03.2009
1982 doğumlu. İngiltere'de yaşıyor. !f Istanbul'da gösterilen filmi Büyükannem, torununun kolunu kesen bir kadının hikâyesiydi. Bir dönem güzel oyuncu Asia Argento'yla birlikte olduğu yazılıp çizilen Can Evrenol'la konuştuk.....
Can Evrenol'un adını ilk defa duyuyor olabilirsiniz. Ama iddia ediyoruz, yakında büyük, çarpıcı bir işle karşımıza gelip ismini duyuracak. Çünkü arkadaş yerinde duramıyor, film çekmek için ölüyor! Geçen ay !f İstanbul'da gösterilen filmi My Grandmother (Büyükannem) hemen dikkatimizi çekti: Kanlı, tuhaf, itici ve cesur, altı dakikalık bir kısa filmdi. Filmde küçük bir kız büyükannesinin mezarını ziyaret ediyor; o anda geçmişe dönüyor, kanlı korku filmlerinden alıştığımız Gotik bir malikhanede, bizim küçük kızı üst kata kilitlemişler, büyükannesi ona işkence ediyor, öldürmeye çalışıyor... Etkileyici bir sinematografi ve müzikler eşliğinde küçük kızın kolunu nasıl kestiklerini görüyoruz, sonra da toprağın altındaki kadının bu alçak büyükanne olduğunu öğreniyoruz. Ardından son anda toprağın altından bir kol çıkıyor ve büyükannenin cesedi kızı içeri çekiyor. Bu kanlı filmin yönetmeni Can Evrenol hakkında bir de 'Asia Argento'nun sevgilisiymiş' söylentilerini duyunca iyice meraklandık. İki haftalığına İstanbul'a gelen genç yönetmenle, içindeki şiddet sahnelerinden çok hoşlandığı Watchmen'in basın gösteriminden sonra buluşup konuştuk.

-Büyükannem'e gelene kadarki hikâyenizi anlatır mısınız, sinemaya nasıl bulaştınız?
-2000 yılında Üsküdar Amerikan'dan mezun oldum, gittim Bilgi'de Uluslararası Finans bölümüne kaydoldum. O zaman 'işletme okumak lazım, ne yapabilirim ki başka' diyordum ama bölüme girince baktım olmuyor, olmuyor! Hayatta sevdiğim şeyi okumak istediğime karar verdim, sonradan düzelteceğime baştan sevdiğim şeyi yapayım. O zamanki kız arkadaşım Kent Üniversitesi'ne gitti İngiltere'de. O kasvetli ve Gotik Canterbury'de bir üniversite... Ben de oraya kaçmaya, 'Film studies' (Sinema Çalışmaları) okumaya karar verdim.

-Aileyi nasıl ikna ettiniz?
-Annem babam mimar; çok uğraşarak da olsa onları ikna etmeyi başardım. Atladım gittim... Ben o zamanlar 'Film studies'de nasıl film çekilir onu öğretiyorlar zannediyordum.
'Yanına bir program daha seç' dedikleri için bir de sanat tarihi seçtim ama sonra anladım ki işin teorik yönü üzerineymiş program.

-Büyükannem Gotik bir film, mekânları ve olay örgüsüyle...
Gotik mimari meraklısıyım. Korku sineması, psikanaliz ve Gotik üzerine bir sürü makale yazmıştım Kent'teyken. Gotik ve sinema merakım aslında daha önce başlamıştı, Bilgi'deyken Selim Eyüboğlu'ndan ders almıştım. Kent'te de mezuniyet tezimi 13. Cuma filmleri ve onun baş karakteri Jason'ın popüler kültürdeki yeri üzerine yazdım.

-Peki film yapmayı nasıl öğrendiniz?
Bizimkilere işin pratiğini öğrenmek istediğimi söyledim, desteklediler. Los Angeles'a gittim. Oradaki NYFA'da (New York Film Academy) 8 hafta süren film okuluna kaydoldum. Evini vidalar 'basan' bir adamın hikâyesini anlatan Vidalar'ı orada çektim, ilk dört haftanın sonunda, ödev olarak... Ardından kendi imkânlarımı kullanarak Sandık'ı tamamladım. Los Angeles'ta ortam çok profesyoneldi. Program çok iyiydi. Okulun kitapçığında Orson Welles'in lafı var: 'Bana üç gün süre verin, size sinemanın temellerini öğreteyim,' diyor.
Los Angeles'ta ise bu 8 hafta sürüyor.

-Film ekiplerinizde hep Türkiyeliler var, onlarla nasıl tanışıyorsunuz, Londra'da zaten aynı çevrede mi yaşıyorsunuz?
Her şey tesadüfi gelişiyor aslında. Mesela NYFA'den sonra kendi başıma bir film çekebilir miyim diye merak ediyordum.
Sandık'ı çektim: Bir bebek maketi lazımdı, Cennet'i Beklerken'in sanat yönetmeni Serdar Yılmaz'la tanıştım bir şekilde, 'ben sana yaparım' dedi ve her şey birbirini izledi. Plato'da Sandık ödül kazandı, bir sonraki filmimi finanse edeceklerdi. Kurban Bayramı üzerine bir film çektim. Çalıştığım ekipler hep arkadaş gruplarımdan gelen insanlardan oluştu.

-Sizdeki bu şiddet, kol-bacak kesme merakı nereden?
-Küçükken annemin kitaplarından Caravaggio'nun resimlerine bakardım.
Canterbury'de Anglikan mezhebinin en büyük katedrallerinden biri var. Orayı inceledim. Film çekerken orası da beni etkiledi. Aslında etkileyen çok şey var, Sulhi Dölek'in bir kısa öyküsünü okumuştum ortaokulda, ondan yola çıkarak çektim Çiviler'i. Abel Ferrara'nın Ms .45 filmini izlerken oradaki kol kesme sahnesi çok hoşuma gitmişti. Çok basit bir 'Grand Guignol' efekti vardı orada.

-O ne demek?
-Paris'te, Pigalle bölgesinde 1800'lerin sonunda açılan bir tiyatro var, insan parçalama tiyatrosu diyebiliriz. Bugünkü 13.
Cuma'
lar falan aslında hep bunun uzantısı.
Orada insan derisine penetrasyon var, çok ilgimi çekiyor. Mesela bu herkesin taktığı piercing'lerin kaynağındaki 'pierce' lafı, delip geçme anlamına geliyor. Vücudumuza yaptığımız bu tür fiziksel şeylerin kafadaki travmaların yansıması...

-Filminizde aile içi şiddet de öne çıkan bir kavram, öyle değil mi?
-Aile içindeki sosyal klostrofobi diyelim, bir çocuğun aile büyükleri tarafından sömürülmesi... Bizim ailede de, sofra adabı falan hep küçükken muhattap olduğum şeylerdi. Aile konusunda bizde de bir tutuculuk vardı ve bu yaygın bir şeydir.

-Filmde işkence edilen çocuğu görünce sizinkiler 'oğlum sana böyle mi davrandık?' demediler mi?
-Şakayla karışık diyorlardı. Ben size asıl filmdeki mekânı anlatayım.
Büyükannem'deki malikane aslında bir otel.
Arkadaşım buldu, pazartesi günleri boşmuş otel. 'Okul filmi çekiyoruz' deyince de hemen kapılar açıldı. Hiç para almadılar. Kostüm tasarımını yapan arkadaşım Sarah Şensoy mekânı görünce çok etkilendi, filmin sanat yönetmenliğini de o yaptı. Şensoy en son Franz Ferdinand'ı giydirdi, Take That'in kostüm tasarımını yaptı İngiltere'de en son.
Ekipte bir de görüntü yönetmeni arkadaşımız David Paul Irons vardı, birlikte çektik. Önce bir arkadaşımızın evinde kız oyuncu için seçme yaptık. Shooting People internet sitesine ilan verdim. 80 kişi cevap verdi.
Senaryoyu görünce ise 10 kişi tamam deyip geldi. Kızlar aileleriyle geldi. Başroldeki Isabella Crowther Gallerli, onu da ailesini de çok sevdik. Filmi 16 mm çektik ama sonra anladık ki her şey boşaymış, filmi yakmışız.
700 sterlinim böylece boşa gitti. Sonra Sarah'yla David 'hadi yeniden çekelim' dediler. Filmdeki büyükanne ve uşak için de ilan verdik. İkisi de Yunanlı. Bizim filmde Yunan-Türk-Galler dayanışması yaptık yani.

-Kültürümüzde korku söz konusu olduğunda en tuttuğunuz sanatçı?
-Ömer Seyfeddin diyorum! Marquis de Sade'da olan, sadece şiddet anlatan şeyler onda var. Onun karanlığı iyi geliyor, iyi insan yapıyor beni. Gerçek şiddetten o kadar rahatsız oluyorum ki içim böyle şeyler yaparken.
Haberin fotoğrafları