kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
1 Mart 2009, Pazar
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Yazarlar Çizerler
Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Emlak Buzz
 
24 Saat
24 Saat

Benim geldiğim yerde darbe de yok gerilla da

KAYA GENÇ
27.02.2009
Aliza Marcus 1990'larda gazetelerin manşetlerinde olan bir isimdi. Reuters'ın Türkiye muhabirine Kürtlerin yaşadığı köylerin boşaltılması hakkındaki haberlerinden ötürü DGM'de dava açılmıştı çünkü. Marcus, Kan ve İnanç isimli Türkçe'ye yeni çevrilen kitabında tüyler ürpertici bir gerçekçilik duygusuyla eski üyelerin ve muhalişerinin gözünden PKK'yı anlatıyor..
1989'da Türkiye'ye gelip Kürt sorunu üzerine haberler yapmaya başlayan Aliza Marcus, 1994'te Reuters'ın İstanbul muhabiri olarak çalışmaya başlamış.
Türkiye'deki entelektüellerle, medya dünyasının önde gelen figürleriyle arkadaş olmuş, onların dünyasından da beslenerek Türkiye'deki acı gerçekleri dünyaya haber geçmeyi iş edinmiş. Ancak köyleri boşaltılan Kürtler hakkında yaptığı haberler yüzünden Aliza'ya dava açılmış, Devlet Güvenlik Mahkemesi'nde yargılandığı günlerde epey sıkıntı çekmiş.
Reuters rahat etmesi için onu hemen Kıbrıs'taki Ortadoğu ofisine atamış, Aliza bir süre sonra da Boston Globe gazetesi için İsrail yollarına düşmüş. Berlin'de geçirdiği dört yıldan sonra da şimdi anavatanında, ABD'de, Washington D.C.'de yaşıyor. Blood and Belief, 2007'de ABD'de İngilizce yayımlandı. Şimdi Kan ve İnanç: PKK ve Kürt Hareketi adıyla İletişim Yayınları tarafından yayımlanıyor. Marcus, kitabı için eski PKK üyeleriyle söyleşiler yapmış. Yani biraz da 'muhaliflerinin gözünden PKK' olarak adlandırılabilir bu kitap...

-Bir gazeteci olarak Amerika'da mutlu mutlu hayatınızı sürdürürken 1990'larda sizi bir anda Türkiye'ye gönderiyorlar. İlk tepkiniz?
-Büyülenme! Türkiye'de çalışmak için muhteşem bir dönemdi. O zamanlar Türkiye'de öyle çok yabancı muhabir yoktu. Amerika'da ve dünyanın diğer tarafındaki okurlara gerçekten bilmedikleri bir dünyanın haberlerini yapıyormuşum gibi hissettim. Ve bir gazeteci olarak gerçekten insanı heyecandan kendinden geçiren olaylar yaşanıyordu Türkiye'de.
İstanbul'da Kürtler ayaklanmıştı, sürekli gösteriler oluyordu, ülkenin güneydoğusunda bir iç savaş yaşanıyordu.

-Nerede yaşıyordunuz?
-
1989'da İstanbul'a geldim, bir yıl kaldım. Serbest çalışıyordum. İlk başta şaşkına döndüm doğrusu, Türkçe konuşamıyordum, İstanbul çok kalabalıktı, her yerde insanlar, kaos! Kalacak yer arıyordum.
En sonunda gazeteci Neyyire Özkan bana bir oda kiraladı. Ben Türkçe konuşamıyordum o da İngilizce konuşamıyordu ama bir biçimde uzun ve ayrıntılı sohbetler yapabiliyorduk. Sonra bir dönem Türkiye'den ayrıldım ve 1994'te geri döndüm. Bu sefer Türkçeyi öğrenmiştim ve Türkiye'yi de tanıyordum. 1990'da ülkeden ayrılışımdan bu yana her sene mutlaka bir buraya gelip arkadaşlarımla görüşürdüm. Artık Türkiye beni şaşkına çevirmekten çok heyecanlandırıyordu.
1994'teki dönüşümde gittim, Ayazpaşa'da, Alman Konsolosluğu'nun hemen aşağısında güzel bir daire kiraladım. Ufak bir balkonu vardı. Boğaz manzarası enfesti. Doğrusu hayatımda bugüne dek öyle bir manzaralı evim hiç olmadı.

KİTAP İÇİN HAMİLEYKEN PARİS'E GİTTİM
-Burada yaşanan siyasi krizlere anlam verebiliyor muydunuz?
-Ben nerede doğdum biliyor musunuz, New Jersey'de, orta-sınıf bir ailenin çocuğuyum, yani Türkiye'ye çok uzaktım aslında, burada öğrenmem gereken şeyler vardı! Babam profesör, annem ise kütüphaneciydi. Ülkemizde askeri darbeler olmazdı. Ayrıca silahlı devrimciler de yoktu ülkemde. Ve sonra Türkiye'ye geldim, herkesin ağzını açtığında ilk bahsettiği ve referans notkası yaptığı konu 12 Eylül darbesiydi. Veya Dev-Yol üyesiyken yaptıklarını anlatıyorlardı. 1980'de yaşananlardan etkilenmemiş birine rastlamak zordu. New Jersey'de asla olmayacak olayları, asla göremeyeceğiniz tipleri burada tanıdım, gördüm. Farklı insanların hayatlarına duyduğum merak PKK'yla ilgili kitabımı yazarken de bana yol gösterdi.

-Kitabı ne zaman yazmaya başladınız?
-2002'de başladım ve epey uğraştım, bitirmem de zaman aldı. Bir yandan çocuk büyütüyordum bir yandan da bu kitabı yazıyordum çünkü. 2001'de ilk çocuğumuz doğdu, 2003'de ikinci kızımız... yedi aylık hamileyken Rizgari'den Hatice Yaşar 'Haco'yla söyleşi yapmak için Paris'e gittim. Tam bir balina gibiydim, Hatice ise fıstık gibiydi. Kolumdan tuttuğu gibi beni Paris'te gezdirdi, bir yandan da zincirleme sigara içiyordu. Bir kafeden diğerine gittik, herkesi tanıyor gibiydi. Enerjisi beni çok etkiledi. Söyleşi yapmak için çok müthiş bir karakterdi. Avrupa'nın en önemli Kürt aktivistlerindendi, Kuzey Irak'ta Rizgari isimli silahlı militanlara liderlik yapmıştı.

-Size neler anlattı Paris'te?
-En çok şaşırdığım şey Abdullah Öcalan'ın Suriye'de kalış hikâyesiydi.
Bütün Kürt ve Türk solcuları Avrupa'ya kaçıp orada bir şeyler yapmaya çalışırken Öcalan'ın Suriye'ye gidip Türkiye'yle silahlı mücadeleyi sürdürmesi beni çok şaşırttı. Haco'yla söyleşi yapmak kafamdaki bu gibi soru işaretlerini aydınlattı.

BİJİ APO'NUN ÖTESİNE GEÇMEK

-Kitabı ABD'de yazıyorsunuz peki gerekli bilgileri nasıl topluyorsunuz?
-Paris yolculuğumda olduğu gibi, epey gezerek! Kitaptaki bilgilerin çoğunu şansım yaver gittiği için elde ettim.
Öcalan'la 1970'lerde tanışan eski PKK üyesi Selahattin Çelik mesela... Çok ince biriydi ve PKK hakkında bir kitap yazmıştı, kontaklarını benimle paylaştı, pek çok kişiye onun aracılığıyla ulaştım.
Pek çok yazar gibi ben de işleri uzatmakta ustaydım doğrusu! Sürekli daha çok bilgi edinmeye çalışıyordum.
Biri üniversiteden ayrıldığını sonra da PKK'ya katılmak üzere Bekaa vadisine gittiğini söylese bu bana yetmiyordu.
En sonunda o kadar çok bilgi edindim ki notlarımın iki katı uzunluğunda devasa bir kitap yazmamak çok zor oldu! Arkadaşlarıma şaka olarak "PKK hakkında Öcalan'ı saymazsak en çok şey bilen kişi benim!" diyorum. Oysa işin aslı şu ki, Öcalan'dan da fazla şey biliyorum PKK hakkında. Çünkü insanların ona söylemekten çekindiklerini de biliyorum...

-Kitabınızla önemli iddialarla ilgili iki eleştirim var. Birincisi kitap bir PKK tarihi ama şu anda örgütte olan isimlerden hiç biriyle konuşmamışsınız, konuştuğunuz bütün isimler eski üyeler. Burada yöntemsel bir sorun yok mu?
-Kızkardeşi PKK'nın üst düzey yöneticisi olan birini tanıyorum, bana PKK'yı destekleyenlerin kitabımdaki bilgilerin tek taraflı ve örgütü çökertme amaçlı olduğunu düşüneceklerini söyledi.
Çünkü onlara göre eski PKK üyeleri birer hain aslında. Sonra da 'Buna rağmen senin yazdıkların doğru, aynı hikâyeleri ben de dinliyorum,' dedi arkadaşım. İşin bir yönü bu. Diğer yönü ise söyleşi yaptığım insanların yüzde 90'ı PKK üyesi oldukları dönemden gururla bahsediyorlar.
Fakat PKK hakkında sağlam bir araştırma için işin propaganda kısmını atmam gerekiyordu! 'Biji Apo' sloganlarının arkasındaki gerçekliğe ulaşmalıydım.
PKK'nın tarihini objektif biçimde yazmak, Öcalan'ın yaptıklarını ve gelecekte PKK'nın yapabileceklerini analiz etmek istiyordum. Bunlara ulaşmak için de artık PKK üyesi olmayan kişilere yoğunlaşmam şarttı. Şu çok önemli, ne kadar altını çizsem yetersiz kalır: PKK üyeleri özgürce konuşamıyor, PKK, Öcalan'ı eleştirdiği ve hatta eleştirebileceğini düşündükleri için üyelerini öldüren bir örgüt. Söyler misiniz, böyle bir durumda nasıl onlardan karşıma geçip korkuları, deneyimleri, fikirleri hakkında dürüstçe konuşmalarını bekleyebilirdim?

-Peki kitapta PKK ile Dev-Yol arasındaki ilişkiden bahsettiğiniz bölümlere gelelim. Sanki çok fazla kanıt olmamasına rağmen iki örgütün birlikte hareket ettiğini söylüyorsunuz oysa sorduğum eski Dev-Yol üyeleri asla anlattığınız boyutta bir işbirliği olmadığını söylüyor.
-PKK ve Dev-Yol birlikte çalışmak istedi ve bir ortaklık kurdu. PKK, Lübnan'da eğitim almaları için Dev-Yol üyelerine yardım etti. Onlar da Avrupa'da PKK üyelerinin propaganda faaliyetinde bulunmalarına yardımcı oldu. Bunlar gerçek. İki örgüt bağımsızdı, bu bir. İki örgüt gerçek anlamda birlikte çalışmamıştı, bu da iki. Bunun sebebi de PKK Türk devletine savaş açmadan önce Dev-Yol'un neredeyse çökmüş durumda oluşuydu.
Haberin fotoğrafları