kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
25 Şubat 2009, Çarşamba
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
MEHMET BARLAS
BAŞYAZI

Bu coğrafyada devleti kim yönetiyorsa o 1'inci kuvvettir

Doğan Grubu'nun ödemesi istenilen vergi cezası dolayısıyla, siyaset gündemimizin demirbaş tartışma konularından biri olan "Medya-Siyaset İlişkileri" yine yoğun biçimde tartışılıyor.
Öncelikle şu gerçeği kabul etmeliyiz.
Türkiye gibi ülkelerde "Devlet" çok güçlüdür.
Ancak bu devletin gücüne bazen iktidarda olan partiler, bazen darbe yapan askerler, bazen yargı ve her zaman da "Bürokrasi" sahiptir.
Gerçek bir "Kuvvetler Ayrılığı" olmadığı için, siyasal konjonktüre göre kim o anda güçlü ise, o "Devlet"tir de.
Gelişmiş demokrasilere bakılarak bizde de var olduğu söylenilen bir durum daha var... Buna göre medya (yahut basın) ülkenin 4'üncü kuvvetidir.
Bazı dönemlerde bunun abartıldığını ve basının bazı mensuplarının kendilerini "1'inci Kuvvet" olarak gördüklerini de söylemeliyiz.
Elbet basın demokrasilerde bir kuvvettir.
Ancak basın "Basın" olarak kalmayı kabullendiği ölçüde kuvvet olarak da ağırlığını korur.
Neticede bir iktidar şu ya da bu şekilde gittiği zaman onun yerine basın iktidar olmaz.
Veya bir iktidarın "seçim dışı yollarla" gitmesi için, basının yayınlarıyla tek başına eyleme geçmesi yetmez.
Mutlaka diğer "Kuvvetler"den biri ya da birkaçı ile işbirliği yapması gerekir.

Askeri demokrasi
Bu gibi durumları geçmişte defalarca görmedik mi?
27 Mayıs 1960 askeri müdahalesini yapanlardan rahmetli Orhan Erkanlı, "Biz Akis dergisini okuyarak darbe yapmaya karar vermiştik" dememiş miydi "Askeri Demokrasi"yi anlatan kitaplarında?
Yahut 28 Şubat post-modern askeri müdahalesi, "Kartel Medyası"nın ortak manşetleri olmasa, demokrasiyi bu kadar kolay rafa kaldırabilir miydi?
İşte bu deneyimleri yaşamış olan Türk medyasının, hiç olmazsa 28 Şubat'ın sonuçlarından ders alması gerekirdi.
28 Şubat'a yandaş olan siyasi partilerin tümü eridi, barajın altına itildiler.
Cumhuriyet'le özdeş olan CHP bile barajın altında kalmadı mı?
Buna karşı AK Parti tek başına iktidar ve 28 Şubat'ın mazlumu Tayyip Erdoğan da Başbakan olmadılar mı?
28 Şubat döneminin kartel medyasını oluşturan gruplardan biri olan SABAH-atv'nin başına gelenleri ve Dinç Bilgin'in serüvenini bilmeyen yok.
Bu dönemde medyaya girmesi için kullanılan Korkmaz Yiğit'in de başına gelmeyen kalmadı.
Çünkü dönem "Seçmenler"in seçtiği siyasi iktidarın "Devlet Gücü"ne sahip olduğu dönemdi. "Geçmiş"in hesabı da bu dönemde sorulmaktaydı.
Ama tüm bu olanlar unutuldu.

Yeni bir güç denemesi
Örneğin AK Parti'nin kapatılması veya TBMM'nin Abdullah Gül'ü Cumhurbaşkanı seçmesinin engellenmesi için, "Medya-Yargı dayanışması"nın etkili olacağı zannedildi.
Gerek uluslararası konjonktürün gerekse iç dinamiklerin bu dönemde böyle bir şey olmasına karşı duracakları kestirilemedi.
Seçim öncesi Cumhuriyet Mitingleri'nin "Seçmen eğilimi"ni temsil ettiği sanıldı.
Son dönemde "Ergenekon" diye adlandırılan dava dolayısıyla açığa çıkan dehşet verici gerçekler görmezden gelindi.
Bütün bunlar tabii ki olabilir.
Ama unutulmaması gereken nihai gerçek de ortada duruyor.
Yerel seçim sonuçları ne olursa olsun, en az iki yıl daha AK Parti iktidarda ve Tayyip Erdoğan da Başbakan.
"Devlet Gücü"nü onlar temsil ediyor bu dönemde.
Dileriz Doğan Grubu'na yüklenilen vergi ve cezalar yargı tarafından haksız bulunur.
Ama unutulmamalı ki, Türkiye'de Devlet Gücü'ne yakın olabilecek başka güç yoktur.
En yasadışı eylemler bile "Devletin rutin dışı işleri olabilir" denilerek kabullenilmiyor mu bu coğrafyada.


Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.

Ayrıntılar için lütfen tıklayın