Gece... Sevgilim benim
Geceyi karanlıkla özdeşleyenlere şaşarım. Daha yaşayacak, öğrenecek ne çok şeyleri vardır.
Ve bilirim, bazen gündüz çok daha karanlıktır bana...
Hayatımın bir noktasında...
Ancak gecenin koynuna çekildiğimde içimin ışıl ışıl olduğunu anladığım için...
Geceyi bilmeden, yaşamadan, içine çekmeden sabahın güzelliğini anlamanın imkânsızlığını öğrendiğim için... Şükrederim...
Bunları yazmak nereden mi aklıma esti?
Geçenlerde bir okul röportajı için konuştuğum delikanlı " geceyi mi, gündüzü mü daha çok seversiniz?" diye sordu. Hızla cevap bekleyerek gözlerime baktı.
Ayrım yapmam gerekiyor muydu?
Evet, dedi, hani aklınızdan hemen ne geçiyorsa, onu söyleyin!.
Zorlandım ilk anda.
Çünkü Cahit Sıtkı'nın " Güneşe Âşık Çocuk " şiirinde sözünü ettiği çocuğa benziyorum hâlâ bir yanımla.
Hani, "Üç mevsim güneşi bekleyen" çocuğa..
"Kışları güneşi özleyen, geceleri koynunda güneşle beraber uyuyan" çocuğa..
Ama sonra düşündüm de, uzatacak ne vardı?
Ben özünde "gececi" ydim.
Hep Mecnun'dum ben.
Leyla'mı; " güzel gece'mi severdim.
Bana bu soruyu soran gencin yaşındayken bile...
Kaynağını pek çıkartamadığım bir böbürlenme duygusuyla üstelik...
"Ne yapayım ben gece adamıyım, kafam gece çalışıyor" dediğimi hatırladım.
Okuldaki hocalarım ve pedagoglar öğrenme ve belleme için sabahın ilk saatlerinin eşsiz bir enerji ve verimlilikle yüklü olduğunu anlatıp dursunlar. Aldırmazdım.
Ben hep gecenin zihnimle kurduğu derin akrabalık tan yana tavır alırdım.
Şehirle büyük şehir ayrımını ; ikincisinin baştan çıkartıcı gücünü de geceler sayesinde öğrendim. Tabii kalabalıklara sorsanız; gece korkunç ve uğursuzdu.
O "iş düzeni"nin...
Gündüzlerimizi esir alan o yasal ve meşru gasp, darp, taciz düzeninin ne kadar uğursuz olduğunu görmek istemiyordu kimse.
Oysa büyük şehirde hoyrat olan gündüzdü; gece şefkat dolu bir anneydi; emziriyordu bizi.
Büyütüyor, öğretiyordu.
Ben İstanbul'un sokaklarını, kaldırımlarını, dehlizlerini, deliklerini ve en önemlisi insanlarını hep gecenin yardımı ve aracılığıyla sevdim.
Ama...
Şimdi bu yaşıma geldiğimde...
Gece bir "
yolculuk " artık benim için...
Yok, kendimle baş başa kalmak değil bu!
Kendimden dahi gitmek!
Ve en çok bunun için seviyorum onu.
"
Gecenin bize bir ayet " kılınışını; bilginlerin gece buluşlarını; ermişlerin gece kayboluşlarını, duanın istemek değil, "
dinlemek " olduğunu anlıyorum artık.
Gece benim...
Ben gecenin...
Öyle yaşayıp gidiyoruz.
Ancak...
Hani bir gazeteci Edith Piaf'a
"siz galiba geceleri çok seviyorsunuz" diye laf atınca...
"Doğru ama gece aydınlık olduğunda" der ya minik serçe! Öyle işte!
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 12 Şubat 2009, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/12//babaoglu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.