Pazar notları
"Çocuğumla arkadaş gibiyim" diyen anne babalara öteden beri akıl erdiremiyorum. Bir de bunu caka satarak söylüyorlar. Oysa çocukların dolu arkadaşı var. Ama "anne baba ihtiyacı"nı sadece anne babalar giderebilir!
Fakat bu anne babaları da anlamak gerek. Çünkü popüler kültür onlara anne babalığı sanki bir "uzmanlık" alanı gibi anlatıyor. Onlar da bu ürkütücü "ödev"den kaçmak için çocuklarıyla arkadaş olmanın yollarını arıyorlar. Hem acıklı hem gülünç fakat çok insanca!
Tanıdığım bütün anne babalar çocuklarının gelecekte nasıl biri olacağı konusunda gizli fakat derin endişeler içindeler. Bir çocuğun "iyi insan" olmasını artık umursamayan, sadece başarılı olmasını hedefleyen bir düzende nasıl içleri rahat olabilir ki!
Sürekli şakalar yaparak konuşmak dikkat çekmek isteğine mi dayanır? Hatta bazıları şiddetli bir sevilme arzusu bulur bu davranışta... Oysa böyle insanlar bana hep bir "sığınak" arıyorlarmış gibi gelir. Sanki bütün o şakalar, art arda gelen espriler önce bir ev inşa eder. Ardından içeriye tanıdık eşyalar, yerleştirilir; duvarlara neşeli anların hatırası fotoğraflar asılır...
Bazıları birini eleştirirken kendini kontrol edemez öfkelenir. Bazıları da birini eleştirirken pısar, siner, alçaklaşır ve çirkinleşir. Beni eleştirenin öfkeli olmasını tercih ederim. Ya siz?
"Bir kapristir Venedik." Kübalı yazar Cabrera Infante böyle diyor Venedik için. Bir şehir ancak bu kadar özlü ve kısa biçimde tanımlanabilir. Devam ediyor Infante: "Bütün o sarayların bu suların içinde ne işi var?"
İstanbul nasıl sevilir? Artık çok açık bu sorunun cevabı: Ancak bir fetişist gibi sevebiliriz İstanbul'u... Yani parçalara ayırarak ve arzumuzu o parçalar üzerinde yoğunlaştırarak sevilebilir... Bana "Tarihi yarımada"yı seviyorum, deyin. Yeşilköy'ü seviyorum; Beyoğlu'nu seviyorum, Bağdat Caddesi'ne bayılıyorum, deyin. Üsküdar'daki atmosfer beni büyülüyor, deyin mesela... Bana Fatih, Fener, Eyüp yeter, deyin. Hepsini kabul ederim. Ama anlatmak istediğiniz şehrin kimliği, tarihi, kültürü değilse eğer, neyi tarif ve tasnif ettiği belirsiz biçimde bir bütün olarak "İstanbul'u seviyorum" demeyin, inanmam.
İstanbul'un o fetiş bölgeleri bile yavaş yavaş sararıp soluyor. Eyüp mesela!.. Sabah namazı vakitlerinde hâlâ çok güzel ama ya sonra?.. Bağdat Caddesi'nde on dakika yürümek melankoliye ilaç gibi geliyor, doğru! Ama giderek dev bir yemeiçme merkezi haline geldiğinden; tabak çatal bıçak seslerinin egzoz gürültüsüne karıştığından haberimiz var mı? Hele çocukluğumun nazenin Moda'sı... Şimdi bakımsız bir "huzur evi" olup çıktı!..
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubuna aittir. Kaynak gösterilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı özel izin alınmadan kullanılamaz.
Ancak alıntılanan köşe yazısı/haberin bir bölümü, alıntılanan habere aktif link verilerek kullanılabilir.
Ayrıntılar için lütfen
tıklayın
Yayın tarihi: 1 Şubat 2009, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/02/01//haber,DE1CA88DAD024ACAA00DD71C3A7A1257.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.