Yeni Siyaset Dönemi-1.
Geçen hafta
Başbakanlık Başdanışmanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu ile
Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu'nun son İsrail-Filistin çatışması içinde
Türkiye'nin rolü konusunda verdikleri bilgileri dikkatle dinlerken bir yandan da
Türkiye'nin son dönemde dış politika ve uluslararası ilişkiler alanında git gide artan rolü ve yükselen etkinliği üstünde düşünüyordum. Zaten Başdanışman Davutoğlu da konuşmasının başlangıcında bunu belirtti ve daha önceki dış politika anlayışının değiştiğini açıkça vurguladı.
Korkudan kurguya Soğuk Savaş yıllarının
kendisini tehdit altında hisseden ve bir merkeze ('Hür Dünya' ve ABD diyelim) bağlı sayan, o bakımdan da
"yurtta sulh cihanda sulh" diyerek "etliye sütlüye karışmayan" ülkesinden bugünkü düzene gelinmişti.
Bugünkü dünya bir anlamda odaksız bir dünyadır ve çoklu ilişkiler kurmayı zorunlu kılmaktadır. Böyle bir düzen içinde çok vurgulansa bile anlamını ve önemini kesin olarak muhafaza eden
jeostratejik konumu içinde
Türkiye,
Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Rusya, Türk Cumhuriyetleri, AB ülkeleri ve nihayet ABD ile çok yönlü ilişkiler kuran, bu kapasiteye sahip, hatta olayların gelişmesiyle bu noktaya adeta itilmiş, şimdi onun verimini yaşayan bir ülke konumundadır.
Bu öyle görünüyor ki tarihimizde bir ilktir ve açıkçası bu nedenle son
İsrail-Hamas barışının sağlanmasında Türkiye'nin son derecede etkili, ağırlıklı ve belirleyici bir rolü olmuştur. Türkiye'nin aynı serbestlikte ilişki kurduğu Suriye, Lübnan, Mısır, Hamas ve İsrail'le yoğun bir diplomasi trafiği geliştirerek sonucun ortaya çıkmasını sağlayan bir katalizör niteliği kazanmıştır.
Bu durum ne anlama gelir ve nereye kadar açılıp genişleyebilir?
Türkiye öyle görünüyor ki müthiş bir özgüvenle hareket etmeye başlamıştır ve bu nedenle de yavaşça da olsa dünyaya
"kafa tutma" denemese bile
varlığını hissettirme çabası içindedir.
İkiz Kuleler'e yapılan saldırıdan sonra bu durumu saptamış ve dış politikanın artık iç politika üstünde belirleyici olduğunu yazmıştım, aradan geçen zamanda da bu görüşümü sürekli olarak yineledim. İşte o nokta bugün yok sayılamayacak bir ağırlıkla ortaya çıkmıştır. Açıklayayım...
Bölgede merkez olmak Türkiye, 1 Mart Tezkeresi'nden sonra ortaya çıkan derin güven bunalımını aşarak ABD ve İsrail'le yeni bir anlaşma ve işbirliğine yöneldi. Bugün Ortadoğu bölgesinde ABD ile birlikte hareket eden, amaçları ve çıkarları (kendilerine göre) kesişmiş, en azından birbiriyle çelişmeyen iki ülke var. Aynı şekilde ABD gene bu bölgedeki ilişkisini (hem de uzun vadeli bir plan yaparak) İsrail'le Türkiye'yi yakınlaştırarak çözme gayretindedir. Şimdi daha iyi anlaşılıyor ki,
hal böyle olduğu ve biraz da öyle davranması gerektiği için Başbakan son konuşmalarında İsrail'e o kadar ağır biçimde yüklenmiştir. Fakat bunun (üstelik İsrail'in
Türkiye'ye karşı yaptığı hatalar da açık biçimde ortadayken) kapalı kapılar arkasındaki ilişkileri etkilemeyeceğine güveni tamdır. Bu bölgenin yakın gelecekte sahip olacağı uzun vadeli dönüşüm hesaplarının da (
enerji, demografi, ekonomi ) bir sonucudur.
Gene aynı mantıkla hareket edildiği için örneğin nisan ayında ABD Senatosu önüne gelecek Ermeni sorunu konusunda da Türkiye başına iş açılmayacağını, daima yanında olmuş İsrail lobisinin bir kez daha kendisini destekleyeceğini varsaymaktadır. Uzun lafın kısası ortada yeni pozisyonlara sahip bir
Türkiye vardır ve bu yeni konumlar
eski çamların bardak olmasına yol açıyor.
O çamın adı AB'dir, niye bardak olduğunu çarşamba günü anlatayım.
Yayın tarihi: 26 Ocak 2009, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/26//haber,0A57A051FD6245F592B4C317E987736D.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.