Şu sıralar çoğu işverenin dilinde pelesenk olmuş bir cümle var; "
satışlar düştü, ciro yapamıyoruz, işçi çıkartacağım ama devlet beni kurtarsın. "
Bu ifadenin altında yatan temel düşünce, "
nimete talibim ama külfete katlanmam " kurnazlığıdır.
Üstelik bu
kurnazlık kültürü, yalnızca bize has bir hastalık değildir.
Krizin her kademede getirdiği külfeti, bir başkasına yıkma gayreti, hem krizi derinleştiriyor hem de
iyileşmeyi geciktiriyor.
Nitekim küresel krizin, Noel alışverişi ve yeni yıl umutlarıyla yumuşayan ortamı,
ikinci bir dalgaya gebe gibi görünüyor.
Obama'nın yeşerttiği umutların "
işbaşına geçme tarihi " geçen yıla dair finansal neticelerin açıklanmasına da denk düşüyor. Fakat ocak ayının son haftasını beklemeye dahi tahammül edemeyenlerin haberleri gelmeye başladı bile.
Mesela
Danimarka, zordaki bankalarını kurtarmak için 18 milyar dolarlık kurtarma planını devreye alıyor.
Mesela
İngiltere Hükümeti, bankacılık sistemini desteklemek için
ikinci kurtarma paketini açıklıyor. Bu defa paket büyüklüğü 55 milyar dolar.
Krizi geçen yıldan tahmin eden Prof.
Nouriel Roubini dahi iyileşmenin 2010'dan önce gelmeyeceği görüşünde.
AB'nin kriz sürecine dair tanımı; "
derin ve uzun süreli " olması, toplam iş kaybının 3.5 milyona çıkacağı, Avrupa ekonomilerinin en iyi ihtimalle % 1.8 küçüleceği ifadeleri dün ortalığa salınan bilgiler arasındaydı.
Görünen,
Obama 'nın tahta çıkış beklentisi olarak "
kurtarıcı " beklentisinin dahi işe yaramayacağı yönünde.
İçerideki gelişmelere bakıyoruz. Dün yapılan Ekonomik Koordinasyon Kurulu Toplantısı sonrası
Nazım Ekren ; geçen yılın son 6 ayında piyasaya toplam
10.7 milyar lira enjekte edildiğini söylüyordu.
Bütçe şartlarına bağlı olarak bu yıl içinde
15.9 milyar liralık harcama zaten öngörülmüş.
Peki, bunlar
iç piyasayı canlandırmaya yetecek mi?
Kurul sonrası TOBB Başkanı'nın sözlerine kulak verelim; "
Ağustostaki belli belirsiz riskler, bugün geleceğimizi tehdit eder hale gelmiş."
Rifat Hisarcıklıoğlu 'na göre "
olağanüstü dönemden geçmekteyiz " ve böyle bir ortamda olağanüstü tedbirlere ihtiyaç var.
Tedbirden söz edince tedbirin yalnızca hükümetlerden beklendiği yönünde ifadeler ağırlık kazanıyor. Deniliyor ki "
biz zaten özel sektör veya örgüt olarak elimizden geleni yaptık, gerisi daha büyük tedbirlerdir ve bunların sahibi de devlettir ."
Ben aynı fikirde değilim. Bizde şu anda örneği (henüz) oluşmasa dahi dünyadaki kurtarmalara baktığımızda, atılan adımların "
stratejik " olduğunu ve kurtarma sonrası bir tür devletleştirmenin yaşandığını görüyoruz.
Bu dönemde eğer "
yaratıcı politikaların tasarlanması gereken günlerden " geçiyor isek bu yaratıcılığın, "
herkesin taşın altına elini sokması " gibi boyutu da olabilmeli.
Bizdeki beklentilerin bir başka ifadesi de
İzmir Ticaret Odası 'nın son anketinden geliyor; "
bu kadar karamsarlık beklemiyorduk, yüzde 81'imiz hükümetin adımlarını yeterli bulmuyor. Piyasalara para sağlanması, seçim ekonomisinin değil kriz ekonomisinin gereğidir. "
İyi de, krizden kurtulmak, yalnızca "
halaskâr "ların gayreti midir? Olağanüstü tedbirler arasında TOBB'un 1 milyon 200 bin üyesinin hiç değilse
yeni işsizler üretmeme sorumluluğu yok mudur?
Para sağlanmasını isteyen işadamlarının kendi işlerini ve
süreçlerini iyileştirme sorumluluğu yok mudur?
14 milyon 649 bin yeşil kartın
7 milyon 105 'ine sahip olanların,
devleti soyması şart mıdır?
Özel eğitim ve rehabilitasyon merkezlerine yapılan her 100 liralık ödemenin 11 lirası
sahte olmalı mıdır?
Kamuya iş yaparken
kendi devletini soymak, bir tedbir şekli midir? Yüzde 90 indirime rağmen koca mağazayı talan edip
yağmalamak şart mıdır?
Kriz, bu anlayışların bileşkesi değil de nedir?
Yağma yok!
Yayın tarihi: 20 Ocak 2009, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/20//haber,1B851D057E4644C0B12739B2181DE094.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.