Keşke birbirleri ile uyuşmayan şeyleri birlikte yaşatmak mümkün olabilse. Mesela hem geçmişi hiç unutmasak hem de beyaz sayfa açabilsek toplumsal belleğimizde.
Dün gazetelerde köşe yazılarını okurken bunun ne kadar zor olduğunu yine gördüm.
Hürriyet'te Ertuğrul Özkök, bir gece önce TRT'de canlı yayına katılan Tuncay Güney'in kendisine dönük iddialarını ele alan yazısında,
"Kamuoyu önündeki ilk açık tehdidi de, devletin kurumu TRT aracılığıyla aldım" diyordu.
Özkök TRT yayını hakkında şunları söylüyordu:
- Şahıs, devletin yayın kuruluşu üzerinden bize tehdit savuruyor.
"Üstüme gelirseniz, sizi yakarım." Madem o şahısla bu kadar
"kanka" sınız, isteyin o tehdit kasetini yayınlayın da, yayıncılık başarısı olsun. Ben şuna inanırım:
"Gerçek, zan altında kalmaktan daha az acıtıcıdır." Ertuğrul Özkök bu TRT yayınından bir gün önce de şöyle yazmıştı: ...kendine hâlâ
"demokrat ", hâlâ
"liberal" demeye utanmayan faşist bir linç mangası karşımda hazır bekliyor. Serbestçe yazamadığım, öfkemi istediğim gibi dile getiremediğim halde, gammazlamaya başlamış; savcıyı bile kenara itip, parmaklarını bizlere uzatmış bağırıyor:
"Ne duruyorsunuz, onları da içeri alın." Bir avuç güya liberal gazeteci, güya aydın, iktidarı ele geçirmiş, entelektüel bir faşist rejimi payidar kılmış. Hava neredeyse 12 Eylül'ün sivil versiyonu... En küçük itirazınızı yazsanız anında sırtınıza "
Darbeci " ve
"Ergenekoncu" etiketini yapıştıracak.
Dün yine bir Doğan Grubu gazetesi olan Vatan'da ise Yiğit Bulut'un, Özkök'ün bütün yazdıklarına cevap olabilecek bir yazısı vardı.
Yiğit Bulut'un yorumu Şöyle diyordu Bulut:
- "Yıl 1997-1999 arası. Bir üst düzey askeri yetkili istiyor diye; iki çok tanınmış gazeteci
'çalıştıkları' gazeteden atıldılar! Bazı gazeteciler geceler boyu toplanıp İstanbul Emniyeti'nde sorgulandılar. Aynı adamlar defalarca 'alındı' defalarca '
sorgulandı' ! Kim bunun yapılmasını istedi, kimler uyguladı...
Hatta daha vahim olaylar da oldu, yine sırf bir üst düzey askeri yetkili istedi diye
'sadece fikirlerini' söyleyen insanlar aleyhine '
bazı haber bültenlerine' kasetler servis edildi, insanlarımız yurtdışına çıkmak zorunda kaldılar. Dikkatinizi çekiyorum; fikirlerinin tamamına karşı bile olsam bu
'insanların' tek suçu sadece
'fikir söylemekti' ...
'Daha da kötüsü oldu' dediğinizi duyuyorum. Evet oldu; sonraları
'demokrasi âşığı olduğunu' iddia eden bazı basın mensupları, '
andıçlanan' gazeteci arkadaşlarının aleyhine
'ana sayfadan' haberler yaptılar!
Evet, bütün bunlar sadece
'üst düzey bir askeri yetkili' istedi ve
'telefonla arayıp birilerine bazı şeyler' söyledi diye oldu! O gün
'birileri istedi, birilerini götürdüler', bugün
'birileri istiyor, birilerini götürüyorlar' ! Sevgili dostlar, beni en çok rahatsız eden de tam burası yani
'sadece fikir söyleyenlere' olanlar!
O gün gazeteci olanlar ve
'fikir satanlar' andıçlandı, bugün de
'diğerlerinden bazıları' aynı akıbete uğruyorlar!"
Ahmet Kekeç'in cevabı Özkök'ün
"Liberaller " konulu yazısının cevabı da, Star'da, Ahmet Kekeç'in köşesindeydi:
- "Demek ki, iktidarı ele geçirerek
'faşist bir rejimi payidar kılan' güya gazeteci, güya aydın birtakım liberaller, Ergenekon konusunda sesin gür çıkmadığı için seni linç ettirmeye uğraşıyor.
Öyle mi? Kim bunlar? İsim ve adres ver, gidip birlikte pataklayalım...
Peki, senin linç ettirdiğin liberaller? Onlar ne olacak?
Mehmet Ali Birand, Cengiz Çandar, Altan biraderler, Mahir Kaynak ve Mahir Sayın'ı suç örgütlerine hedef gösteren, insan hakları savunucusu Akın Birdal'ın kurşunlanmasına neden olan 'Andıç' belgesini Hürriyet gazetesinin manşetine çakan sen değil misin?
Bu ülkeye (ve bazı liberallere) özür borcun yok mu senin?
Hâlâ çıkıp nasıl konuşabiliyorsun?"
Mustafa Keser'i dinlerken Yazımın başında söylediğimi yapmak mümkün olabilir mi?
Yani hem geçmişi hiç unutmasak, hem de beyaz sayfa açabilsek toplumsal belleğimizde.
Ermenilerden özür dilemeden önce birbirimizden özür dilemeyi denesek.
Tabii ki bu da mümkün değil.
Gazeteleri okuduktan sonra iPod'uma sarılıyorum. Mustafa Keser Uşşak'tan Şekerci Cemil Bey'in şarkısını söylüyor:
"Naümidi aşka doktor var mı tıbbın çaresi/ Neyle aram eyler uşşakın dil-i avaresi/ Hançeremden çek cehennem taşını bihudedir/ Hançer-i ebruyi dildarın ciğerde yaresi" Bir yandan Mustafa Keser'in usta yorumunu dinliyorum, bir yandan da biraz evvel okuduğum Çetin Altan'ın yazdıklarını hatırlayıp gülüyorum: "Geçenlerde tanıdık genç bir garsona:
- Ben kalkan balığını mı daha çok seviyorum, yoksa vatanı mı, diye soruyordum.
Garson dostum:
- Hocam dalga geçmeyin benimle, diyordu.
Ben de ona:
- Vatanı, kalkan balığından daha çok sevseydim; kalkan balığı yerine vatanı yerdim, demiştim.
İkimiz de gülüşmüştük."
Yayın tarihi: 17 Ocak 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/17//haber,41368CB1D26E4CD9B343A5AFACA965EB.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.