Son Ergenekon operasyonu biraz rutinleşen sürece bomba gibi düştü. Bunun nedenini anlatmakta zorlananlar olacak.
Ancak şu gerçeği artık herkesin görmesi gerekiyor.
Türkiye, kendi kirli tarihiyle o kirli tarihi yaratan ve kendilerini
"devlet içinde devlet" gibi görenlerle hesaplaşıyor. Bir anlamda Batı'nın soğuk savaş döneminde hesaplaştığı Gladio türü örgütlenmelerle biz yeni yeni yüzleşiyoruz. Bu yüzleşmede kırılma noktası geçmişte ABD destekli bu güçlerin anti ABD'ci bir çizgiye gelmeleriyle oldu.
Bunun bir ayağında Susurluk döneminin çeteci unsurları, bir ayağında ise darbe özlemcileri var.
Bu da doğal olarak farklı kesimleri bir araya getiren geniş bir fotoğraf oluşturuyor. Geçmiş düşünceleri farklı görünse de amaçları ortak.
O ortak amacın özeti şu;
"Seçilmiş iktidarı darbeyle alaşağı etmek." İşin içinde her kesimden insan var. Aralarında düşünce bütünlüğü olduğu kesin. Ama örgütsel bağ var mı yok mu ona da hukuk karar verecek.
Şimdi gelelim işin nereye kadar gideceğine...
Son dalga ne kadar etkili ismi Ergenekon çukuruna sürüklese de
Demirel 'in siyasi literatürümüze kazandırdığı deyimle
"Turpun büyüğü heybede." Siyaset kulislerinde daha şimdiden kulaktan kulağa sırada kimlerin olabileceği konuşuluyor. En ilginci de elbette
"merkez siyaset" içinde yer alan etkili siyasi aktörlerin olup olmadığı. Bu çerçevede en anlamlı isim
Bedrettin Dalan 'dı. Operasyonun Dalan'a yönelmesi akla başka siyasi aktörlerin de işin içinde olabileceği ihtimalini getiriyor.
İşte o zaman Ergenekon fırtınası kasırgaya ya da doğru deyimle tsunamiye dönüşecek.
'Kurumların Sessizliği' Son Ergenekon operasyonunun ardından Ankara'da ilk gün şaşırtıcı, biraz da kaygı yaratıcı yoğun bir trafik yaşandı.
İşin o yanıyla ilgili neler konuşulduğunu zaman içinde öğreneceğiz. Ancak benim merak ettiğim bir şey var; o da şu: Kurumların sessizliği...
Düşünsenize son 2 yılda Ergenekon Çete Örgütü'yle ilgili çok sayıda operasyon yapıldı.
Her operasyonda insanı dehşete düşüren patlayıcı maddeler, bombalar ve silahlar yakalandı. Halen de yakalanıyor.
Peki, kimlerde yakalanıyor?
Emekli veya halen görevde olan ordu veya emniyet mensuplarında...
Biz de bunları Ergenekon savcılarının operasyonlarıyla öğreniyoruz.
Şimdi asıl soruyu soralım:
Peki, Türkiye'nin güvenliğini emanet ettiğimiz kurumlar bu konuda ne yapıyor? Örneğin, evinde 22 bomba bulunan muvazzaf subayı neden Genelkurmay'ın kendi istihbaratı ortaya çıkarmadı?
Eğer çıkardıysa toplumun bunu bilmesi gerekmiyor mu?
Çıkarmadıysa, kendi içinde bu tür silahlı unsurların varlığından haberdar olmaması manidar değil mi?
Aynı şekilde bu ülkenin istihbarat örgütü MİT ne yapıyor?
Düşünsenize
Türkiye'yi sarsan onca asker sivil isim gözaltına alınıyor. Onlarla ilişkili olduğu iddiasıyla gözaltına alınan kişilerin evlerinde bombalar yakalanıyor, Ankara'daki kazılardan geçmişin kirli silahlarının çıkması dehşetle izleniyor...
Ama nedense bizim önemli kurumlarımız bu olup bitenleri bizimle birlikte öğrenmiş gibi davranıyor.
Bu işte bir gariplik yok mu?
Aslında bir değil birden çok gariplik olduğu kesin. Bunlardan biri de bugüne kadar Ergenekon savcılarının yardım başvurularına bu kurumların,
"üç maymun" misali
"Görmedim, duymadım, bilmiyorum" rolü takınması.
Neden MİT özellikle 2001 öncesi Ergenekon'un bağlantılarıyla ilişkili arşivini savcılara açmıyor? İlgililer hatırlayacak, İtalya'da
"Temiz Eller" operasyonunu yürütürken İtalya gizli servisi SİSMİ tüm arşivini
Savcı Di Pietro 'ya açmıştı.
Doğru olan, başta TSK olmak üzere MİT ve diğer kurumların elindeki bilgileri bu ülkenin savcılarıyla paylaşması değil mi?
Bu ülkede, yasadışı oluşumların bitmesi için önce kurumlar kendilerini temizlemeli...
Yayın tarihi: 10 Ocak 2009, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/10//haber,7257005633BF40ABAAEF206ADCA4BC48.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.