AKP hükümetinin
"soldan bakan"ı
Ertuğrul Günay, arka arkaya
"iade-i itibar, iade-i vatandaşlık" açıklamaları yaptı.
Ahmet Kaya'ya da...
Nâzım Hikmet'e de.
Biri daha yeni; sürgünde can vermiş.
Biri daha eski; onca hapisten, yasaktan, baskıdan sonra sürgününde can vermiş. Yetmemiş. Onu okuyan niceleri de baskıdan baskı, cezadan ceza, hapisten hapis, sürgünden sürgün yemiş.
Kökten kurutma Şimdi, yeni bin yılın ilk 10 yılı içine, mahcup mahcup
"geçmişle barış fragmanları" sokuluyor.
Elbet, hiç yoktan iyi gülüm.
Ama halihazırdaki partilere, çizgilere, siyasi mirasçılara, askeri geleneklere, darbe ve
"demokrasi" şeceremize bir göz gezdirin.
Nasıl hoyrat bir mutabakat!
Bu açılardan,
"CHP diktası" karşısında
"Demokrat" demokrat olabilmiş mi yoksa cadı avlarının partisi mi olmuş?
Onu deviren, mirasçısı AP'yi devirip duran
"askeri darbe" geleneği daha da beter olmamış mı?
Memleketin milliyetçi, muhafazakâr, liberal soyağaçlarına bakın.
"Komünizme karşı" ABD'nin ve emperyalizmin silahlı, sopalı, bombalı, suikastlı, kanlı pazarlı, katliamlı, ayrıca meşrebine ve pozisyonuna göre, fikri ve sermayedar tetikçiliklerini yapmış gelenekler.
"Farklı düşünce"nin kökünü kurutmak için coşturulmuş, koşturulmuş nesiller.
Bir yandan bunlara muhalif olurken, mücadele ederken, bedel öderken, bir yandan da kendi içlerinde, aralarında ve karşılarında en ufak farklı düşünceye, sese, eleştiriye, özeleştiriye tahammül edememiş
"sol" kuşaklar.
Elbette, iktidar, muktedir olan ile olmayanı ayıralım da...
Özü, özeti ne olagelmiş koçum!
Bir de siz... Ölen öldü...
Edin itibarını, insanlığını, vatandaşlığını, bir avuç toprağını iade.
Hakikaten, hiç yoktan iyidir.
Ama milyonlar insanın, hayatta ya da artık değil, tam da bu yüzden ne hale getirildiğinin bir muhasebesi olacak mı?
Baskı, şiddet, sürgün, hapis, işkence, cinayet ile hırpalananlar ve katledilenler, fiziken yahut manen yok edilenler değil sadece.
Yani, farkında olan ve öyle ölen, öyle kalan değil.
Bir de, bu hoyratlığın
"kitle desteği", yasakların, baskıların, nüfuzluların aktif veya pasif linç nüfusu halinde yılları devirmiş; zihnini, özgür düşünme ihtimalini ezmiş olanlar...
Bir de, kendi halindelikleri, korku ve endişeleri, her koyun kendi bacağındancılıkları, bana neleri ile özgürlüklerini, düşünebilme, değiştirebilme potansiyellerini kurutmuş olanlar var.
Keşke, canım Memleket, büyük sivil ve askeri
"baskı mutabakatı" olmamış bir tarih idrak edebilseydi...
Yani,
Nâzım Hikmet rahatça yazsa okunsaydı,
Sabahattin Ali tuzağa düşürülmeseydi,
Ahmet Kaya dilince, dileğince söyleseydi...
Necip Fazıl da,
Cemil Meriç de geniş, çok sesli, düşüncesi, bestesi, şiiri, yazısı, siyaseti, felsefesi çok renkli bir ortamın aynı derecede özgür renkleri olabilseydi...
Kuşak kuşak çocuk ve gençten, daha olgun, demokrasiye, birbirine, bir ötekine asgari saygılı, bugünün tıkız korku ve nefretlerini atmış yetişkinler çıkardı.
Emin olun, üniversitesi de daha özgür ve üretken...
Bilim adamı ve kadını da daha yaratıcı ve etkin...
Siyasetçisi de daha kişilikli ve saygın...
Gazetecisi de daha bağımsız, daha özgür, hakiki manada daha cesur ve mert olurdu!
Burjuvazisi bile hiç değilse burjuva olurdu! Sivil ve askeri
"işyerleri", sessiz, dilsiz köleleştirmeyi reddederdi!
Öyle günler oluyor ki, ezilmesini istediğiniz çok şeyin özü, bir gün sizin için de hayati hale geliyor.Bir gün bir bakmışsınız, yıllar boyu ülkenizin içinin kurumuş olması, sizi de, çocuklarınızı da çürütüyor.
Yayın tarihi: 7 Ocak 2009, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2009/01/07//talu.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2009, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.