kapat
Anasayfa
|
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
5 Ocak 2009, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Emlak Çocuk Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ÜLKÜ TAMER

Çoğu "Sinemanın Altın Çağı"ndan

Yönetmen sözcüğünü nereden bilelim, rejisör derdik. Ama bu rejisör denen adam ne yapar, ne işe yarar, akıl erdiremezdik. Öyle ya, yazan yazmış, oyuncular oynuyor, biri de onları filme alıyor. Tanıtma yazılarının sonundaki "Directed by" her kimse, ne yapıyor?
Gideceğimiz filmleri sadece oyuncularına bakarak seçerdik. Konu, beş aşağı beş yukarı, oyunculardan belli olurdu zaten.
Yönetmene bakarak film seçme alışkanlığım lise yıllarında başlayacaktı.
İki yönetmenin bende ayrı yeri var. Fellini'yle Hitchcock'un.
En sevdiklerim listesinde onları tepeye yerleştiririm. Sonsuz Sokaklar, Kalpazanlar Çetesi, Sekiz Buçuk, Fellini'yi en sevdiğim yönetmen yapmıştı. Amarcord'u öylesine sevdim ki, Türkiye'ye kimse getirmeye yanaşmayınca kolları sıvadım, ben getirdim.
Hitchcock da benim için hep vazgeçilmez oldu. Sinema keyfini bana en çok yaşatan yönetmendir Hitchcock. Gizli Teşkilat'ını her seyredişimde aynı tadı alırım.
Avrupalılarla başlayayım. François Truffaut'yla. İşte sinemanın keyfini çıkaran biri daha. Dalgasını geçen, eğlenen, kamerayı bir cin çocuğun oyuncağı gibi kullanan yönetmen.
Bir Fransız daha. Louis Malle. Atlantic City'si bile yeter.
Sonra Jacques Tati. Bizde Amcam olarak bilinen Dayım, benim için alçakgönüllü bir başyapıttır. "Modern" dünyada ilişkilerin, tatların yavaş yavaş yokolmasını ne güzel verir.
Sonra İtalyanlar. Fellini'nin yanısıra Vittorio de Sica, Luchino Visconti, Pietro Germi.
Bir İsveçli. Ingmar Bergman . Yaban Çilekleri, İskandinav soğuğunu duygu yüklü sıcaklığıyla yokeden bir güneştir.
Hollywood dışındaki yönetmenlerimin sonuncusu, Satyajit Ray . Hint sinemasını Zavallı Ayşe"lerle, Avare'lerle özdeşleştirdiğim bir dönemde "Apu Üçlemesi" beni nasıl da şaşırtmıştı.
Benim yönetmenlerimin çoğu Hollywood'dan. Sinemanın altın çağından. Onlar, bilgisayar oyunlarına sığınarak arka arkaya hareketli resimler sıralamıyorlardı. Ne büyük sanatçılar olduklarını kanıtlamaya çalışmıyorlardı. Öykü anlatıyorlardı. Kovboy öyküleri, gangster öyküleri, korsan öyküleri, aşk öyküleri, tarihsel öyküler.
Benim yönetmenlerimin çoğu o altın çağdan geliyor.
John Ford'la başlamalıyım. "Sanatçı değilim ben. Film yaparım" diyen büyük ustayla. Oysa sanatçının hasıdır Ford. Bütün filmlerini severim. Vadim O Kadar Yeşildi ki, Gazap Üzümleri, Rio Grande ... Hepsini. İki filmi ise kişisel listemin tepelerinde dolaşır: Kadın Satılmaz ile Baharda Hücum .
İnsanlık Suçu ile Devlerin Aşkı'nı da severek seyretmiştim; ama yüreğimin içine yerleştiremedim onları. George Stevens"benim yönetmenim" yapan, üçlemenin öteki filmi, Vadiler Aslanı oldu.
Kahraman Şerif gibi. Fred Zinneman'la tanıştığım filmdi bu. Kanım hemen ısındı yönetmene; daha sonraki filmlerini hiç kaçırmadım. Hepsini, özellikle İnsanlar Yaşadıkça'yı çok sevdim.
Sevdiklerim arasında en "gezgin"i Michael Curtiz'dir galiba. Curtiz. Vatan Kurtaran Aslan'dan Kazablanka'ya kadar uzanan değişik yollarda dolaştı, hepsinde de varacağı yere vardı.
Frank Capra'nın, seyrettiğim ne kadar filmi varsa, hepsini sevmişimdir. İkisini ise izlemekten hiç mi hiç bıkmam: Arsenik Kurbanları ile (isteyen "zevkimin içine tükürsün" ) Elmacı Kadın.
Billy Wilder'ın tiryakisi olduğum Bazıları Sıcak Sever'i onun sinemasını özetleyen bir filmdir sanki. Wilder'dan ikinci bir yapıt seçmem istenirse, Hitchock'u bile kıskandıracak bir gerilim filmini, Beklenmeyen Şahit'i söylerim.
Hollywood'un geleneksel öykü anlatma sanatının bir başka ustası John Huston da "benim yönetmenlerim" arasında. Altın Hazineleri, Afrika Kraliçesi, Malta Kartalı (sinemalarımızda Malta Şahini olarak değil, bu adla oynatılmıştı), "benim filmlerim"den bazıları. Üçünde de Humphrey Bogart'ın oynaması, keyfime keyif katmıştı.
Hollywood müzikallerini de oldum olası sevmişimdir. "Altın Çağ" müzikallerinin neredeyse hepsine bayılırım. Ama Stanley Donen'ın yeri başka. Yağmur Altında ile Yedi Kardeşe Yedi Gelin, film listemin "ilk on" unda yer alır. Donen'in müzikallerinde Gene Kelly'nin katkısı elbet unutulamaz; bazılarında adı "iki yönetmenden biri" olarak geçer. Ama benim gözümde Donen hep kamera arkasında, Kelly ise karşımızdaki o büyülü perdededir.
Evet, "benim yönetmenlerim" in önde gelenleri bunlar. Fassbinder'leri, Kieslowski'leri sayamıyorum. Ne haltedeyim, çocukluğu sinemayla yoğurulmuş, tutkulu, sıradan bir seyirciyim sadece.