Amerika'dan yazdığım yazılarda bir reklamdan söz etmiştim. Dağı taşı kaplayan bu reklamda insanlara enerji konusunda daha fazla tasarruf etmesi salık veriliyordu. Onlardan bir tanesiyse benim ilgimi çok farklı bir nedenden ötürü çekti. Görüntüde sakallı bir adam var ve "Artık daha az enerji harcayacağım" diyor. Ne murat edildi bu görüntüyle bilmem ama ben kendi meşrebimle baktım ve adamın
sakal tıraşı olmayarak daha fazla enerji tasarruf edeceği sonucuna vardım. Belki doğru belki yanlış, benim çıkardığım bu ve böyle bir sonuçla öteden beridir içimde gezdirdiğim bir duygu veya bir tutku veya bir özlem yeniden canlandı:
tıraş olmayacağım bir hayat! Bir sakalın tarihi Bir
"devrimci" olarak yaşadığım gençliğimde, o heyecanlı 70'li yıllarda, erkeklerin kendilerini ve siyasal kimliklerini kalın bıyıklarıyla ifade ettikleri dönemde bile ne bıyık ne sakal bıraktım ne postal ne parka giydim. Kendime göre yaşadım. Bir gün de aklıma tersini yapmak gelmedi.
Sürprizler yaşlılıkla ilgili bir şey, insan gençliğinde sürpriz yaşamaz, gençliğin kendisi bir sürprizdir. Bu hesap bir kere daha tuttu ve bundan epey bir zaman önce yüzümde oluşan bir alerji nedeniyle bir süre sakal bırakmak zorunda kaldım. O sıralar Amerika'daydım: "özgürlükler ülkesi", hiç dokunmadım, tıraş olmamam için önerilen sürenin sonunda da kesmedim sakallarımı ve
Türkiye'ye kıl ve tüy olarak dönüp araya giren yaz döneminde öyle dolaşınca başıma başka bir iş geldi. Birkaç röportajda ve bazı
televizyon programlarında sakallı görüntüm yayınlanınca, bir de
Radikal Kitap Eki'ne o görüntümle kapak olunca o gün bugündür kendimi o sakallı halimden kurtaramaz oldum. Adeta benim içimden çıkmış başka bir insan beni izliyor, peşim sıra.
Son zamanlarda tıraş olmak, eskiden sevsem de, bana neredeyse bir işkence gibi gelmeye başladı ama sakal bırakmıyorum. Çünkü saçlarımın bembeyaz olmasına karşın sakallarım hala simsiyah ve ortaya çıkan İrani görüntü estetiğinden hoşlanmadığımı, geçen gün gitgide beyazlaşan güzel sakallarıyla karşılaştığım Haşmet Babaoğlu'na söyledim. Onun sakallarının tanıdığım en "muannit" sakallı üstadım Mete Tunçay'ınkilere benzemeye başladığını da belirttikten sonra ekledim: "Anladım ki, bir süre sonra bütün sakallar birbirinin aynı."
Sakalın estetiği estetiğin sakalı Bütün bunları sadece kendimle ilgili
"egzistansiyel" ve
"estetik" bir mesele olarak düşündüğüm sanılmasın.
CHP, çarşaf, türban falan deyince
Türkiye'nin bu biçim ve görüntü işlerine ne kadar ve ne ölçüde gereksiz bir önem verdiğini yeniden ayrımsadım.
Bilenler, 1980'li yıllardaki faşizmin üniversite hocalarının sakallarını kesmesini şart koştuğunu, birçok alimin bu nedenle akademik hayattan uzaklaştığını bilir. Belki, hala o "tamim" bir yerlerde geçerlidir ama hala uyan, dinleyen var mıdır acaba?
Ben görüntünün önemine ve siyasal içeriğine inanırım. Nasıl inanmam, hayatım görüntünün gerçekliği üstünde düşünmek ve çalışmakla geçiyor, onca kitap yazdım. Biçimin önemini de bilirim ve sık sık Fransızların
"Biçim hiçbir şeydir ama hiçbir şey biçimsiz olmaz" lafını anımsarım.
Etrafıma baktığımda şimdi sayısı daha çok artan sakallıları görüyorum. Bir dönemde kültürün bir parçası olan sakal bırakmanın şimdi salt bir inanç ve siyaset unsuru haline gelmesine diyeceğim yok ama keşke işin estetiğine daha fazla dikkat edilse. Oysa beni asıl üzen de o:
etraftaki sakalların estetik kaygısıyla değil estetikten kaçmak kaygısıyla salınması! Hayatımızın bana göre en büyük dertlerinden birisi olan
estetik-sizlik orada da kement atıyor boynumuza. İnancın, siyasal angajmanın pençesinde bırakılmış sakallarınsa bu rahatsızlığı artırdığını görmek üzüntü verici. Oysa ne demek istediğimi daha iyi anlamak niyetinde olanlar Osmanlı'nın o yanardağ sakallı ulemasına bir baksınlar...
Suyun, elektriğin değil, estetiğin enerjisini tasarruf etmektir bence sakal bırakmak.
Yayın tarihi: 6 Aralık 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/06//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.