Pazartesi akşamı, günbatımından hemen sonra...
Önce ben de şaşırdım: Gökyüzünde Türk bayrağı oluşmuştu, hilalin önüne bir yıldız gelmişti, bu bir mucizeydi, tıpkı Bilmemne Muharebesi'nde ayla yıldızın yanyana gelip onun da gölgesinin yaralılarımızın al kanları üstüne vurması gibi bir durum ortaya çıkmıştı, yoksa Tanrı da bizimle miydi? Türk'ün Türk'ten başka dostu yok muydu? Bir Türk dünyaya bedel miydi? Fakat bir Türk lirası, 0.62 Amerikan doları mı ediyordu?
Gökyüzünde, örneğin bir Sovyet bayrağındaki orak-çekiçin, bir Kanada bayrağındaki meşe yaprağının, bir Kenya bayrağındaki mızrakla kalkanın oluşması epey zor olduğuna göre, gökler bize mahkûmdu zaten! Bayrağı enine ya da dikine renkli çizgilerden oluşan ülkelerin hele hiç şansları yoktu.
Şimdi televizyonlar ve gazeteler bu kutlu ve mutlu olayı nasıl ele alacaklar, nasıl işleyeceklerdi... Fotoğraf Anıtkabir'in ya da herhangi bir Atatürk heykelinin üstünden doğru çekilirse elbette daha da anlamlı sayılırdı... Bayrağımız büyük önderimizle bütünleşir, böylece namussuz gericilere de göklerden ilahi bir ihtar çekilmiş olurdu...
Olsundu,
"vatandaşlara duygulu dakikalar yaşatan" bu olay
"nefes kesen bir vals" (Hürriyet aynen böyle demiş), bu gül kokan bir romanstı...
Yoksa gökyüzü, bizlere,
"önümüzdeki yerel seçimlerde oyunuzu CHP'ye verin" mi demek istiyordu?
Mesaj alınmıştı, hele Ardahan'ın bilmemne köyündeki kayalıklara bulutlardan Atatürk sureti de vurursa, tamamdı bu iş.
Bu çok anlamlı bir gelişmeydi, çünkü bazı köşe yazarlarımıza göre
"Türkiye Cumhuriyeti olmasa bir bayrağımız ve nüfus kâğıdımız bile bulunmayacaktı" ... Osmanlı İmparatorluğu bayrak yerine yatak çarşafı, nüfus kâğıdı olarak da genelev vesikası kullanırdı.
Fakat basın, serseriliği bir noktadan fazla sürdüremeyeceği için, işin aslını da yazmak zorunda kaldı.
Bir kere, hilalin önüne denk gelen, bir yıldız değil, bir gezegendi.
Bu gezegen, yılın belli dönemlerinde
"sabah yıldızı", kimi zaman
"akşam yıldızı", kimi zaman de her ikisi birden olarak görünen, eskilerin yıldız sandıkları, bildiğimiz Venüs gezegeniydi.
Fakat bazı yayın organları, onun, buradan çıplak gözle görülmesi mümkün olmayan Jüpiter olduğunu da yazdılar tabii, cehalet olmadan matbuat mı olurdu?
Aslında hangi karın ağrısı olursa olsun bir gezegenin ayın
"önüne" gelmesi de sözkonusu değildi tabii... Aralarında milyonlarca kilometre uzaklık vardı, üstelik en dandik gezegen bile bizim uydumuzdan çok çok daha büyüktü...
Gökyüzünde öyle arslan şeklinde, balık şeklinde, yay şeklinde, terazi şeklinde, başak şeklinde, koç şeklinde burçlar falan da yoktu... Buradan bakınca öyle görünüyorlardı, aralarında binlerce ışık yılı uzaklık bulunan başka güneşler...
Kusura bakmayın ama benim de aklıma ünlü
"Mahmut fıkrası" geliyor...
Hayır, buraya yazamam. Ancak son cümlesini söyleyebilirim:
"Hadi lan," demiş Mahmut,
"dışarıdan öyle görünüyormuş!" Ya biz dışarıdan nasıl görünüyoruz, taşta toprakta hamasi hikmet bulan güdük beyinlerimizle?
Yayın tarihi: 3 Aralık 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/12/03//ardic.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.