Taksiye bindim, şoför,
"gözün aydın Engin Abi," dedi,
"sana yazı konusu çıktı!" "Var mı elinde işe yarar bir malzeme?" dedim.
"Üniversite mezunuyum, işletme mühendisiyim, taksicilik yapıyorum, daha ne malzeme olsun?" dedi.
İşsiz, kayıtsız kuyutsuz kaçak çalışıyor.
78 kuşağındanmış, eski solcu, içeri girmiş çıkmışlığı da varmış... Eşi de mühendis, çocuk büyütüyorlarmış, taksi kendisinin olsa para kazanacakmış ama bu durumda günde 25 lira ancak bırakıyormuş...
Yakına gidecektik, altı lira yazdı, on lira verdim, üstünü bıraktım. Önce almak istemedi...
Utandım.
Primo Levi'yi okuyanlar bileceklerdir, toplama kampından mucize eseri kurtulmuş Yahudi'nin, ölen arkadaşlarına karşı duyduğu bir tür yanlış ama kaçınılmaz suçluluk duygusu bu...
Bizim kuşaktan da var başka utananlar...
68 kuşağındanmış, eski solcu, İzmir'de organize sanayi bölgesinde dökümcü,
"haddehane" sahibi... O işsiz değil, fakat işçi çıkarıyor.
"Yıllarca 'lanet olsun işçileri işsiz bırakan vahşi kapitalizme' diyenlerdenim, sayısı 250 olan işçimi son bir ay içinde 130'a indirmek zorunda kaldım" diyor... Vahşi kapitalist durumuna düşmüş, içi kan ağlıyormuş.
Devlet babadan yardım bekliyor. Elbette.
İki eski solcu, biri sınıf değiştirememiş, biri değiştirmiş, ikisi de zor durumda.
Biri hayattan emekli, öteki krizden emekli olmak üzere.
Hayatın ne kadar sert elli olduğunu ikisi de kendi sınıfları içinde öğrenmişler.
İkisi de hükümete kızıyordur eminim.
Sosyalizm istemişler, sonra biri batmış, öteki çıktığını sanmış.
İkisini de Amerika yedi.
Birini,
Türkiye'de kalıcı bir düzenleme yapmak isteyen Amerikan dış politika baronları ve Başkan Carter, ötekini şımarık ve gözü dönmüş Amerikan bankacıları ve Başkan Bush.
İkisinin de kurtuluşu yoktur.
Benim var mı?
Taksiciye
"ben de işçi emeklisiyim, ama insan gibi yaşamayı sürdürebilmek için ölünceye kadar çalışmayı da sürdürmek zorundayım" demedim.
"Ne olmayacak devrimler peşinde koştum ne de sınıf değiştirdim, kendi emeğime, aklıma, bilgime becerime güvendim, çıkamadıysam da batmadım" da diyemedim, ukalalık olacaktı.
Ne kimsenin eline bakıyordum, ne de kimse benim elime bakıyordu. Kuyruğu dik tutmuştum. Halime şükrettim. Hiç olmazsa Amerika beni yiyememişti. Ne kırk yıl önce, ne otuz yıl önce, ne de bugün...
Yayın tarihi: 26 Kasım 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/26//haber,D018560F27E24D80B17EBE0AB858C725.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.