Avrupa Kültür Başkenti düşüncesi, ilk kez 1985 yılında dönemin Yunanistan Kültür Bakanı, ünlü sanatçı Melina Mercouri tarafından ortaya atılıyor. Aynı yıl
Avrupa Birliği Bakanlar Konseyi, projenin kapsamını belirleyerek uygulamaya koyuyor ve 1985'ten 2000'e kadar
Avrupa Birliği'ne üye ülkelerin kentlerinden biri Avrupa Kültür Başkenti olarak seçiliyor.
Önümüzdeki 2010 yılında da
Almanya'nın Essen, Macaristan'ın Peç kentiyle birlikte İstanbul da 'Avrupa Kültür Başkenti' skalasında yerini alacak.
G. Cabrera Infante,
Şehirler Kitabı'nda "İnsanoğlu kenti icat etmemiş, daha çok kent, insanı, insana özgü gelenekleri ve alışkanlıkları yaratmıştır," diyor.
Peki, hiç düşündünüz mü İstanbul kaç yaşında? İnsana özgü hangi gelenek ve alışkanlıkları barındırmakta kişilik ve kimliğinde? Hangi efsanelerin küllerinden doğdu yüzyılları aşan yaşamı? Şimdi sözün kapısını İstanbul âşığı Evliya Çelebi'den açmanın zamanı değil midir? Bakalım, üstat neler söylüyor İstanbul'un kuruluşuyla ilgili olarak...
Evliya Çelebi,
Seyahatnamesi'nde "Yunan tarihleri ve diğer tarihçiler, İstanbul'un yapılması hakkında şu hususta birleşmişlerdir," diyerek İstanbul'un kuruluşunu anlatıyor.
Hakir ve fakir Çelebi'nin hoşgörüsüne sığınarak özetliyorum: "Davud oğlu Hazreti Süleyman, vahşi hayvanlara ve kuşlara hükmeder. Okyanus denizinin Ferenduz adasında Sidon namıyla şanı büyük bir padişah yaşamaktadır. Sidon'un peri yüzlü, melek görünüşlü bir kızı vardır. Süleyman, Sidon üzerine yürür, onu yener ve ganimet olarak aldığı kızı Aline ile de evlenir. Çünkü bu sırada eşi Seba melikesi Belkıs ölmüştür. Fakat Aline, sürekli ağlamaktadır. Bir gün Süleyman kıza bu halini sorunca, Aline, 'Ya Allah'ın emini! Dilerim ki burada büyük bir saray yapıp, orada ömrümün geride kalan kısmını ibadet ile geçirem. Ve babamın suretini yaptırıp ona gözüm iliştikçe ağlamaktan vazgeçem...' Bunun üzerine Süleyman, Makedonya'yı dolaşır ve Atina'da 'Temaşalık' denilen bir köşk yaptırır. Oradan da 'İslambol' denilen yere gelir ve 'Hünkar Bahçesi' denilen yerde, yani Sarayburnu'nda çadırını kurar. Bir gece rahat uykusuna dalıp su ve havasında zindelik hissedince, orada bir büyük saray ve çeşitli köşkler yaptırır, 'Dünya durdukça mamur ve şenlik ola!' diye İstanbul toprağı için hayır, dua eder.
Ardından Süleyman'ın oğlu Ruhbaam, Yunanlılara hükümdar olur, İslambol'da babasının yaptığı binalara başkalarını ekler ve hükümet merkezi edinir. Bundan sonra İstanbul'un ikinci kurucusu Yanko bin Madyan'dır.
Madyan da Hazreti Adem'in dünyaya inişinden 4 bin 600 yıl sonra hükümdar olup İstanbul'u yapar.
Madyan oğlu Yanko, Amelika oğullarındandır. Ve soyu, İshak Nebi oğlu Ays'a ulaşır. Bir rivayete göre kısraktan doğduğu için Madyan oğlu Yanko derler. Yeryüzünü ele geçiren dört padişahtan biridir. Ötekiler ise Hazreti Süleyman, İskender Zülkarneyn ve Buhtunnasır.
İstanbul'u kuruluşuna gelince...
Allah'ın hikmeti bir gün bu Madyan oğlu Yanko yiyip içip kendinden geçerek uykuya daldığı bir sırada yatarken, sabaha doğru, tahtı üzerinde kendini Sarayburnu denilen yerde bulur. Orada otururken bütün vezirleri, vükelası, bütün iş başında olan hademeleri başına toplanıp, İslambol'un Sarayburnu denilen yerinin suyundan ve havasından hazzedip orada bir kale yapmaya başladı. Çünkü bu Madyan oğlu Yanko, cihangir bir şanlı hükümdardı. Bütün Yunanlılar buna ikinci Süleyman derler." Çelebi'ye göre İstanbul'un kuruluş hikâyesi işte böyledir.
O İstanbul ki, üç bin yılın macerasını yaşayan eşsiz tarihi zenginliği ile daha nice efsaneye layıktır.
İNADINA ŞİİR: ANNE, KAR YAĞIYOR
Anne, kar yağıyor uykuma bedenim değil rüyalarım üşüyor Anne, geceyi kaldır üstümden güneşi sar bedenime Sevgin ile sar beni anne
REFİK DURBAŞ
Yayın tarihi: 22 Kasım 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/22/ct/durbas.html
Tüm hakları saklıdır.