Geçmiş yıllardaki global ekonomik krizlerden birinde, çok uluslu bir dev şirketin Alman uyruklu genel müdürü ile sohbet ediyorduk.
Bu şirket değişik alanlardaki girişimlerinde kuşak sıkmaya, personel sayılarında küçülmelere yönlenmişti.
Genel müdür bir temel ilkelerini şöyle anlatmıştı bana:
-Büyüme dönemlerinde niteliklerine ve niceliklerine bakılmadan ihtiyacın ötesinde personel alımları yapılır. Özellikle üst yönetimlere patronlara yakınlıkları olan isimler doldurulur. Büyümeye paralel kârlılık da arttığı için, bunların mali yükünü taşımak zor olmaz. Ama daralma ve özellikle kriz dönemlerinde, sermaye öncelikle personel giderlerine takılır ve tasarruf tedbirlerinin başında önce işten adam çıkartma gelir.
Alman genel müdür bu noktada işin püf noktasını şöyle vurgulamıştı:
-İşten adam çıkartırken, unutulan nokta şudur... Mesela bir genel müdür yardımcısı maaşı, primleri, sekreteri, makam aracı, şoförü, kredi kartı harcamaları ve şirket hesabından yaptığı diğer harcamaları ile, en az 100 işçinin maliyetine eşit yük bindirir şirkete. Büyüme döneminde sayıları artan üst yöneticilerde daralmaya işçilerden önce başlanılsa, şirketin kamuoyu gözündeki itibarı zedelenmez. Çünkü çok sayıdaki emekçinin işsiz bırakılması, geniş kitleler nezdinde şirket itibarını mutlaka yaralar.
Yönetim kurulları Bu son global krizde de buna benzer değerlendirmelerin özellikle Amerikan iş dünyasında seslendirildiğini görüyoruz.
Kötü yönetilen Amerikan şirketlerine hisselerini alarak giren ve bunları toparlamasıyla ün yapan Carl İcahn, geçenlerde The Wall Street'e verdiği demeçte, büyük Amerikan korporasyonlarının yönetim kurulları toplantılarının
televizyon sitcomlarından daha az eğlendirici olmadıklarını söylemekteydi.
Şirketin geleceğinden çok gelecek hafta sonunda hangi coğrafyada golf oynayacağı endişesini daha fazla hisseden yöneticilerin, hisse senedi sahiplerinin yatırımlarına karşı hiç sorumluluk duymadıkları, bunların kişisel ve keyfi harcamalarının şirket kaynaklarından hisse senedi sahiplerinin kâr paylarının azalması karşılığında yapıldığı şimdi şiddetle vurgulanmakta.
Bir başka konu da özellikle bizi çok ilgilendiriyor.
Bu konu özel sektör şirketleri yanında devletin gereksiz büyüklüğüne ilişkin.
Bu konuyu Liberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker şöyle hatırlatıyordu dün:
Büyük devlet -Finansal krizin reel sektöre yansıması ile birlikte, özel sektörün tasarruf amaçlı küçülme girişimleri başladı. Eleman çıkartmalar, şube kapatmalar, kira sözleşmelerini yenileme girişimleri gibi tedbirlere başvuran özel sektöre karşı, halkın vergileriyle çalışan devlet kurumlarında en ufak bir küçülme ve tasarruf tedbiri neden alınmaz? Devlet personelinin bir kısmı işe gelmez, bazı hayati olmayan kurumlar birkaç ay faaliyet göstermezler veya faaliyetlerini diğer kurumların binalarında yapabilirler... Isınmadan, elektrikten tasarruf edebilirler. Makam aracı ve resmi araç kullanımı kısıtlanabilir. Halkın vergilerini har vurup harman savurmanın önüne geçmenin bin türlü yolu var, Yeter ki halk hesap sormayı bilsin ve o parayla saltanat sürenler istesinler.
Aslında devlet kurumlarının tasarrufa yönelmesinden öteye,
"Devlet"in kriz kaynağı olmamasına bile razıyız.
Şöyle bir düşünelim.
Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi, emuhtıra krizi, AK Parti'nin kapatılması davası krizi benzeri devlet kaynaklı bunalımlar yaşamasaydık, bu son global krize daha güçlü bir ulusal ekonomik yapı ile girmez miydik?
Yayın tarihi: 19 Kasım 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/19//barlas.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.