kapat
E-gazete
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
|
Okur Temsilcisi
|
English
|
Kırmızı Alarm
  
17 Kasım 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar Buzz
 
24 Saat
24 Saat
ERDAL ŞAFAK

Ahlâk

Washington'daki G20 zirvesinden sonra yayınlanan bildiride küresel mali krizin neden olduğu ekonomik krizin tahribatını sınırlandırmak için öngörülen veya önerilen 6 önlemin özellikle 3'ünü çok önemsedik:
- Finansal sistemde istikrar için derhal gerekli tüm önlemleri almak. (Anlamı: Sistemi tepeden tırnağa yeniden düzenlemek.) Bu amaçla;
- Muhasebe kayıtlarını tam şeffaf ve uyumlu duruma getirmek. (Anlamı: İşler gerçekleri gizlemek için her türlü hileye başvurulan bir muhasebe sistemiyle götürülüyor.)
- Sistemle ilgili riskleri azaltmak ve şirketlerin üst düzey yöneticilerinin maaşlarını gözden geçirmek. (Anlamı: Para hırsı yöneticilerin gözlerini köreltti.)
Dünya ekonomisinin yüzde 85'ini yöneten 20 ülke (İspanya ve Hollanda'nın da katılımıyla 22 ülke) liderlerinin imza koydukları bu bildiriyle, kapitalizmin bir "Ahlâk bunalımı" yaşadığı itiraf ediliyor.
Gerçekten de birbirini tetikleyen üç krizden geçiyoruz: Finansal kriz, ekonomik kriz ve etik kriz. Aslında sıralamayı tersyüz etmek "Etik açıdan" daha doğru olur: Ahlâki kriz, finansal kriz ve ekonomik kriz. Çünkü, ekonomik kriz, yani reel sektörü yaralayan, dünyada daha şimdiden onbinlerce işyerinin kapanmasına, yüzbinlerce kişinin işini yitirmesine, milyonlarca kişinin yoksullaşmasına yol açan "Reel" kriz, finansal sistemin çökmesiyle patlak verdi ama finansal depremi "Ahlâk krizi", Wall Street aktörlerinin "Etik açığı" tetikledi.

İhtiras körelmesinin sonuçları
Bir ay kadar önce İngiliz basınında bir "Hedge fon"un, hani şu dünyayı "Casino"ya dönüştüren, temel besin maddelerini bile "Poker fişleri" gibi gören kumarbaz fonlardan birinin yöneticisinin "Veda mektubu" yayınlandı. Mektubun sahibi tüm yatırımlarını "Yüksek riskli konut kredileri"nin, başımıza gelen felaketin bir numaralı sorumlusu "Subprimes" çarkının tıkanacağı öngörüsüne göre yapıp ortaklarına bir yılda yüzde 870 kazandıran Andrew Lande'ydi ve şöyle diyordu:
"Wall Street parayı tanrılaştıran ama hepsi de birbirinden aptal bir avuç insanın elinde. Onların kör hırsları, doyum noktası olmayan açlıkları sayesinde epey para kazandım ama işimden nefret ettim. Benden buraya kadar. Yaşamımın sonuna kadar sürecek tatile çıkıyorum."
Yine geçenlerde İsviçre'nin saygın gazetesi "Le Temps"da Avrupa'nın yaşayan en parlak filozoflarından Andre CompteSponville ile yaşadığımız krizin etik nedenleri üstüne yapılmış bir söyleşi yayınlandı. Şöyle diyordu hümanist düşünür:
"Bu kriz insanların para kazanma çılgınlığıyla neler yapabileceklerini, neleri göze almaya hazır olduklarını bize gösterdi. Ne yazık ki, ekonomiyi etik kurallar değil, tutkular, para açgözlülüğü yönetiyor. Oysa ahlâkın yerini tutkular alınca her türlü sınır aşılmış olur. Çünkü tutkular ve açgözlülük insanın tüm duygularını köreltir, mantığını, sağduyusunu devre dışı bırakır. Başlangıçta kapitalizm zenginliklerden yeni zenginlikler yaratmaya ve bunu toplumun tüm kesimlerinin yararına sunmaya dayanan bir sistemdi. Bugün ise borçla zenginlik yaratmaya ve bunu da yalnızca bir kesime, para babaları ile onlara hep daha çok kazandırarak ücretlerini ve yıl sonu primlerini artırmaya çalışan, bu amaçla da ihtiraslarında ve pervasızlıklarında sınır tanımayan bir avuç finansal aktöre aktaran, mutasyona uğramış bir kapitalizm ile karşı karşıyayız. O nedenle kapitalizmin etiğin hukuk kurallarıyla sağlanacağı bir sınırlandırılmaya ihtiyacı var."
Dünya Ekonomik Forumu'nun kurucusu, yani "Davos Zirvesi"nin mimarı Prof. Klaus Schwab, sistemdeki yozlaşmaya çözüm olarak, finans sisteminin tüm aktörlerine ahlâk, vicdan ve sorumluluk kurallarını hep hatırlatacak bir tür "Hipokrat Yemini" etme zorunluluğu getirilmesini öneriyor.
Bu öneri de bize karmakarışık çağrışımlar yaptırıyor:
Dinin -yeniden-bu kadar önem kazandığı söylenen bir çağda, insanların dinlerin mayasını, hatta varoluş nedenini oluşturan ahlâk kurallarına karşı böylesine pervasızlaşmaları tuhaf değil mi?
Yoksa kimi sosyologların iddia ettiği gibi, toplumsal dindarlaşma kisvesi ardında çok derin bir çürüme süreci mi yaşıyoruz?