En azından bir üç yıldır yeni bir
"gazetecilik ve insanlık deneyimi" de yaşadım.
"Topyekûn" gördüğümüz, hatta
"topyekûn insan hakları karşısında" gördüğümüz kurumların içindeki
"hak ve özgürlük, adalet ve hakkaniyet ihtiyacı"nı.
Cumhuriyet, demokrasi Ordu, mesela.
"Muhalif" gazetecilerin dahi, siyasetçilerin, aydınların, akademisyenlerin, insan hakları örgütlerinin, sendikaların da pek (hatta asla) akıl, fikir, vicdan, göz ve kulak uzatmadığı, dillendirmediği insanlar.
Ne
"cumhuriyet"in imtiyazsızlık, adalet, eşitlik gibi idealleri adına önemsenen...
Ne
"demokrasi"nin özgürlük, hak, kendini ifade imkânı adına insan sayılan...
Ne
"insan hakları" ihtiyaçları hak görülen insanlar; aileleri, çocukları, emeklileri.
Bir tarafta, Silahlı Kuvvetler
"Cumhuriyet'in bekçisi" sayılıyor, ama
"cumhuriyetçi birçok ilke" fiilen geçerli olmuyor.
Başka bir tarafta, Silahlı Kuvvetler'in ağırlığı
"demokrasi sorunu" ama,
"Ordu içindeki demokrasi, insan hakları sorunu" asla mesele edilmiyordu.
Yüz binlerce insan.
Tek tek tanımadım elbette; ama elimde, aklımda, vicdanımda ve dilimde üç yılda birikmiş binlerce, binlerce tanıklık, mektup, mail, telefon mesajı, telefona akmış ses toplandı.
Farkındalık, dayanışma Yaygın demokrasi ve insan hakları, hukuk, özgürlük, ifade, toplumsal, ekonomik adalet, aidiyet, hiyerarşi, dayatma, tahakküm meseleleriyle mustarip bir ülke burası; doğru.
Ama yaygınlıktan herkese düşen pay var.
Çok kesimin kanayan yaraları var.
Birçoğu, neredeyse hepsi, başkalarının yaralarına duyarsız; hatta hatta daha kanatıcı düşünce, his, öfke, nefretler ile dolu olsa da.
1. Kendi yarası da olanın dönüp "başkaları"nın yarasına karşı yırtıcı olması ülkeyi ve insanları daha da kanatıyor.2. "Başka" yaraların yurtta ve cihanda daha fazla önemsendiği hissiyatı, çok sayıda insanın yarasını daha çok acıtıyor. 3. "Dünyanın büyük sırrı" dediğim şey: Hırpalananların (bir biçimde ezilenlerin) bir başkasının da acı çektiğinin farkında olmak yerine, kendini önce onunla karşılaştırması. Önce ona tepki duyması. Asla anlamak istememesi. Dayanışmanın ilk a'sına dahi gelememesi. "Alttaki" olmanın hısımlığı yerine, dini, milli, etnik, ideolojik ve kısmi hiyerarşik "üstünlükler"e abanıp hasımlık şiddeti ikame edilmesi (ettirilmesi). Onu da sizi de O yüzden; Gazetecilik hayatımın en büyük mesleki (ve insani) ödüllerinden biri şuydu: Üç yıl önce,
"astsubayların hakları" üstüne yazılara başlayıp sürdürdüğümde, bir astsubay aradı ve yanındaki on beş arkadaşı adına da konuştuğunu söyledi:
"Arka arkaya kaç yazı, Kızıltepe'de evinin önünde öldürülen 12 yaşındaki Kürt çocuğu yazdınız. Devleti, polisi, valiyi, kaymakamı eleştirdiniz, ona sahip çıktınız. Biz o zaman sizden nefret ettik. Açık söylüyorum, nefret ettik.Sonra bir gün, bizi de yazdınız. Uğradığımız haksızlıkları, adaletsizlikleri, bizim insan hakları ihtiyacımızı da.Şimdi söyle düşünüyoruz. O gün de aynı duyarlılıktaydınız ve biz kızmış olsak da, muhtemelen siz haklıydınız." Bir başkası da şöyle yazmıştı:
"Bir şey kafama dank etti. Artık hiçbir ere bir fiske vurmayacağım." Süreç içinde, Emekli Astsubaylar Derneği TEMAD, Oyak'ta adil temsil amacıyla,
"iç hukuk yolları tükendiğinden dolayı" Avrupa
"İnsan Hakları" Mahkemesi'ne başvurdu.
Bir adım bin umut Şimdi, hükümet ve
"Yasama" çoğunluğunun, özellikle de
"iyi ki azınlıklar atılmış da milli devlet olmuşuz" diyen,
"tarih bilinci" yüksek
"sorumluluk bilinci" titrek
Milli Savunma Bakanı'nın zaten bu görevi devrettiği Genelkurmay (ve Başkanı
Org. Başbuğ) önemli bir adım eşiğinde.
SABAH'ta dün on binlerce askerin umutla okuduğu
Ceyda Karaaslan'ın haberine göre,
"astsubaylara ihmal edilmiş haklar" gündemde.
Ve inanın, sadece onların değil, mesela, yine muhatap kaldıkları ikiyüzlülüğü çok dile getirdiğim 50 bin uzman erbaş ile 20 bin uzman jandarma ile görevden ayrılmışların, on binlerce
"başka" kadın ve çocuğun gözü de bu süreçte.
İşte öyle bir şey En azından bugün beni en iyi anlayabilecek onlar olduğu için, farz edin ki sadece (dün yüzlerce sımsıcak mesaj yağdıran) astsubay ve emeklilerine bir şey söyleyeyim:
İnsan hakları böyle bir şey işte.Her insana, ama statüsü, rütbesi; ama düşüncesi, yazısı; ama inancı, inançsızlığı; ama ırkı, etnisitesi; ama cinsiyeti, farklılığı; ama yaşı, başı; ama geçimi, seçimi açısından, en azından bir gün, aslında her gün lazım bir şey! Anayasa Mahkemesi Başkanı'nın
"düşüncemi açıkça söylemekten korkuyorum" dediği bir ülke olur mu!
Yayın tarihi: 12 Kasım 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/12//haber,9E7CC2E9233C4C359B143E1A44E94744.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.