İLİŞKİLİ HABERLER
Murat Emir Eren: "Önemli olan ruh güzelliği"
Murat Emir Eren: "Önemli olan ruh güzelliği"
Sinema Dergisi
Giriş Saati : 07.11.2008 10:54
Güncelleme : 07.11.2008 21:57
2006 yapımı "Casıno Royale"le birlikte Bond'da büyük bir değişim gerçekleşti. Bu değişim, hikâyeyi önceki filmin kaldığı yerden alan "Quantum Of Solace" ile devam ediyor. Bondrolünde bir kez daha Daniel Craig'i izleyeceğiz.Yönetmen koltuğundaysa bu kez Martin Campbell yerine"kesişen yollar","Düşler Ülkesi" ve "lütfen Beni Öldürme" ile dikkat çeken alman asıllı genç yönetmen Marc Foster oturuyor.
Sinema dünyası için 2000'lerin ilk on yılını simgeleyen kelime "yenilenme" olsa gerek. Film endüstrisinde,filmlerin görünüşlerinde,janrlarda, hikâyelerde, karakterlerde,anlatım tarzlarında ve sinemacılarda bir yenilenme, yeniden yapılanma mevcut. Hal böyle olunca, sinema tarihinin en uzun soluklu serilerinden biri olan Bond Serisi'nin de bu yenilenmeden nasibini almaması elbette mümkün değil.Seri, bu yenilenme işleminin en zor evresini 2006 yılında gösterime giren"Casino Royale"le atlattı.
Hikâyeye yepyeni bir yaklaşım getirildi,karakterin görünümü tümden değişti,hepsinden önemlisi 1995 yapımı"Golden Eye"dan bu yana Pierce Brosnan'ın canlandırdığı James Bond'u artık Daniel Craig'in oynayacağı açıklandı. Senaryo grubu değiştirildi."Milyonluk Bebek" ve "Çarpışma"dan tanıdığımız usta senarist Paul Haggis projenin başlıca sorumlusu haline geldi.Yenilemeden sorumlu senarist Haggis'in ilk işiyse, yıllardır o filmden bir diğer filme, gittikçe steril bir halalan ve kişiliksizleşen Bond'u Ian Fleming'in romanlarındaki haline yaklaştırmak, aynı zamanda zamanımıza uyarlamak ve sokaklardan gelen, karanlık tarafları da olan bir insana dönüştürmek oldu.
Ne de olsa Bond'un ajanlığı, sonradan kazandığı bir özelliği, onun mesleğiydi. Diğer filmleri mekanikleştiren, izlendikten hemen sonra unutulan bir eğlenceye çeviren şey de Bond'un insancıl görünmemesiydi. "Casino Royale", bu açıdan birçok hedefine ulaştı. Hikâyenin köklerine dönmekle kalmadı, bu köklere dönüş, filme demode olmak gibi bir tehlike degetirmedi (90'lı yıllardaki Bondlar,demodenin sözlük karşılığıyken, bu zaten pek mümkün değildi). Daniel Craig'se, hakkında çıkan tartışmaları elinin tersiyle itti ve hakkında Oscar dedikoduları çıkaracak kadar kuvvetli bir Bond yorumu ortaya koymayı başardı.
Hatalar yapan, seven,kaybeden, kazanıp kazanmayacağını,içinde bulunduğu durumdan kurtulup kurtulamayacağını tahmin edemediğiniz, yaşayan bir Bond yarattı. Halbuki Craig, ismi ilk açıklandığında serinin hayranları tarafından büyük tepkilerle karşılanmıştı. Bu rolü kaldıramayacağı, yeterli yıldız ışıltısına sahip olmadığı iddia edildi. Hatta işi daha da ileri götürüp Craig'in çirkin bir oyuncu olduğunu öne sürenler de oldu.Craig'in sıradan görünümü ve şimdiye dek bu denli büyük bir projede yeralmamış olması, karaktere getirilen yeni yaklaşıma uygun düşen özelliklerdi aslında. Bond'un lüzumsuz lüksüne veasalet düşkünlüğüne alışan hayranlar içinse Craig, evet önyargıyla yaklaşılabilecek bir isimdi. Yine de,2006 yılının Kasım ayında gösterime giren "Casino Royale"'in, henüz ilk haftasında 40 milyon dolar hasılat elde etmesi (ABD hasılatı) ortada ne önyargı bıraktı ne de 90'ların vasatlık abidesi Bond filmlerinden en ufak bireser
Filmi eleştirmenler de, izleyiciler kadar tutmuştu. Örneğin Roger Ebert"Casino Royale" için "Bana 45 yıllık serinin veremediği cevapları sunan bir film" diyordu. Bizler için de film,egzotik adaları, görülmemiş diyarları görmek, güzel kadınların Bond tarafından tavlanışını izlemek, son model otomobilleri perdede seyretmek gibi Bond filmlerinin sıradan vaatlerini aşan bir yapımdı. Karaktere odaklanıyor, Bond serisinin bazı kurallarını unutmuyor ve harika bir finale erişiyordu. "Casino Royale",yapımcılardan Barbara Broccoli'nin deyimiyle (Bond filmlerinin efsane yapımcısı Albert Broccoli'nin kızı)"riskli" bir işti. Geri dönüşü olmayan bir yola girmek demekti. Ekip bu virajı devrilmeden almayı başardı, üstelik devam filmi için açık kapı da bırakılmıştı.
"Quantum of Solace" Bond tarihinin ilk devam filmi. Sırf bu bile,değişimin "Casino Royale"le sınırlı kalmayacağının bir göstergesi. Gişeden son derece memnun kalan yapımcıların devam filmi için kapısını çaldığı isimse yine Paul Haggis. Haggis ilk filmde olduğu gibi "Quantum of Solace"ın da senaryosuna el koymuş durumda.
Elbette yalnız başına değil. Ekibi Neal Purvis ve Robert Wade, değişimin mimarları olarak bu filmde de senaryo grubundalar. Kaleme aldıkları hikâye,neredeyse "Casino Royale"in bıraktığı yerden devam ediyor ve Bond'u, intikam peşinde koşmakla, görevlerini yerine getirmek arasında bir seçim yapmaya zorlayan olaylarla yüzleştiriyor. Filme ismini veren "Quantum of Solace"sa, Ian Fleming'in Bond serisi içinde kaleme aldığı kısa öykülerinden birinin adı,ancak filmin bu öyküyle ismi dışında birilgisi yok.
"Quantum of Solace", "Ruhun ve aklın elim bir olay sonrasında huzurbulması" olarak açıklanabilecek birkavram. Kısacası bu isim, hem Bond'un intikam arayışına ve aynı anda peşinde olduğu örgütün adına göndermede bulunuyor hem de 2008'de yüzüncü yaşına giren Fleming'in öyküsüne...Bond, bir önceki macerası "Casino Royale"de aşık olduğu kadını, Vesper'i yitirmiştir.
Vesper'ın ona ihanet edip etmediği, ona söylediklerinin ne kadarının yalan olduğu, ne sebeple ve hangi suç örgütü tarafından ortadan kaldırıldığı tam bir muammadır. Vesper'i kaybetmesine yol açan görevde karşısın açıkan ve terör örgütünün kasası konumundaki Le Chiffre'nin bağlantılarından yola çıkarak, kökü çok derinlerdeki (ve muhtemel ismi de Quantum olan) bu örgütü ortaya çıkarmaya hazırdır. Ancak özel birimdeki patronu M, Bond'un intikam duygularıyla mı yoksa görev bilinciylemi hareket ettiğinden emin değildir.
Bunedenle onu bu göreve göndermek konusunda kararsız kalır. Bond'sa, amalegal yollardan ama değil, kalbindeki intikam ateşini söndürmek için harekete geçer. Dünyanın dört bir yanında örgütün izini süren Bond,sonunda örgütün yüksek makamlarında yer alan ve görünürde çevreci büyük bir şirketin patronu Dominic Greene'e ulaşır. Tüm işaretler onu göstermektedir. Üstelik Haiti'de tanıştığı gizemli bir kadın olan Camillede Dominic'in peşindedir. Aynı amaç için yola çıktıklarını anladığında Camille'e güvenen Bond, Dominic'e ulaşmak için onunla birlikte hareket edecektir.
(...)
Bourne etkisi
Bond'la ilgili en çok dile getirilen eleştirilerden biri, insancıl bir karakter olmaması hatta gerçek dışı olmasıydı."Casino Royale" ile, senaryo ekibinin veDaniel Craig'in bu imajı sildiği açık. Serinin geldiği bu yeni nokta, filmin biraz da "Bourne Serisi"yle kıyaslanmasına sebep oldu. Aksiyon sahnelerine ve Bond karakterine getirilen gerçekçi yaklaşım bu benzerliği artırıyordu. "Quantum of Solace"ın kadrosundaysa bu benzerlikle ilgiliiddiaları doruğa çıkaracak bir isim daha mevcut.
O da ikinci ekip yönetmeni -ve daha çok aksiyon sahnelerini tasarlamakla yükümlü olan- Dan Bradley. Bradley, Bourne serisindeki nefes kesen aksiyon sahnelerini ve eski usul mekanik aksiyona göz kırpan, CG Iteknolojisi kullanılmadan dublörlerle çekilen zor sahneleri tasarlayan isim."Indiana Jones: Kristal Kafatası Krallığı"nda da çalışan Bradley, yönetmen Foster'la birlikte, "Quantum of Solace"ın dur durak bilmeyen temposu içerisinde yer alan birçok aksiyon sahnesine imza atmış.
Bu sahnelerde filmin Bourne serisine ne denli yaklaştığını bilemiyoruz. Ancak ilk filmdeki gerçekçi yaklaşımın bu filmde de devam edeceğine artık eminiz. Çekimleri Londra'daki Pinewood Stüdyoları'ndan, Şili'ye, İtalya'ya, Avusturya ve Meksika'ya kadar uzanan bir coğrafyada gerçekleştirilen "Quantum of Solace", bir Bond filminden beklenen bazı ödevleri de yerine getirecek özelliklere sahip. 225 milyon dolarlık dev bir bütçeyle yola çıkan film, yine son model arabaların, pahalı giysilerin ve pahalı mekânların boy gösterdiği bir şov aynı zamanda. Yine de, sadece aksiyon sahnelerindeki değil, Bond'un kişiliğinin yansıtılışındaki gerçekçi tavır da sürecek gibi.
Sonuçta bir devletin emirlerini yerine getiren bir süper kahraman, bir üst insan olmaktan çıkan ve toza toprağa bulanan, düşüp kalkan, aldatılan, seven, çile çeken bir Bond'la karşı karşıyayız. Bu filmlerin iki yılda bir karşımıza geldiği düşünülürse, demode serinin izlenilebilirliğinin artmasından ötürü ne kadar memnun.
İLİŞKİLİ HABERLER
Murat Emir Eren: "Önemli olan ruh güzelliği"
Yayın tarihi: 7 Kasım 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/11/07//haber,6054241454A14278933FF223DC5C80D7.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.