Göksu'da sonbahar
Bir Eylül yağmuru sırasında Göksu'nun yanından geçip Anadoluhisarı'na çıktınız mı hiç?
Çok başkadır.
Ne zaman oradan geçsem...
Yarı harap eski zaman bahçelerinden birinde yalnızlıktan canı sıkılan bir çocuk gelir gözümün önüne...
Çocuğun yağmur yağarken elindeki dal parçasıyla toprağa çizdiği kalınca bir oyuktur sanki Göksu deresi .
Çamur yeşili bir su doldurur oyuğu...
Çocuk suyun içine balıkçı tekneleri, kayıklar kondurur hayalinde...
Markete gitmiştim.
Çokça bir şeyler alacağımdan değil, meyve sebze tezgahının oralarda dolaşmak bile zihnimi dağıtmaya yettiği için süpermarketlerden hoşlanıyorum.
Derken... uzunca bir süredir hasretle beklediğimiz yağmur boşaldı. Boğazdan içerlere doğru iyot, eski halat fabrikasının oradan toprak kokusu yayıldı etrafa.
Duraksadım.
Marketin steril ve mevsimsiz ortamı mı, Göksu kıyısında ıslanmak mı? Hangisi? Çok sürmedi duraksamam.
Göksu mezarlığıyla dere arasındaki yolda ıslanarak ve kamu binalarına özgü renksiz, ruhsuz haliyle fena halde göze batan Spor Akademisi'ne bakmamaya çalışarak yürümeye başladım.
Eylül işte şimdi gelmişti!
Yağmurun ardından yükselen sarı ışığı ve asla karşı koyamayacağımız incecik kederiyle asıl Eylül buydu işte!
Ne güzel yapmıştım ıslanmayı göze alarak yürümekle!
Göksu ve civarına gelince...
Elbette Osmanlı İstanbulu'nun sakinlerine "cennet hasretini unutturan" Göksu'nun yerinde yeller esiyor.
Pek çokları suçu hep yakın zamanların yağmacı iktidarlarına atar. O defterin daha 1930'larda derenin dibinde halat ve tuğla fabrikalarının kurulmasıyla kapandığını bilmez.
Yine de Göksu'nun kıyısından Hisar'a doğru yürüyen, sonra " Hüseyin Bey'in Kahvesi "nde soluklanan ve koyu yeşil sulara bakarken kendi içine dalabilen biri için burada Eylül bir başka güzel!
Hem de onca hüznüne, kederine rağmen... Bunu bir kez daha anladım.
Ama bir dakika!
Hani Mehmet Rauf da "
bu öyle bir aydır ki, geçen her güzel günü için ona minnettar kalmak gerekir " der ya Eylül adlı romanında ...
Bağışlayın beni, tam da bu nedenle şimdi, yazımı burada kesmeli ve kendimi yine Eylül'ün kollarına bırakmalıyım.
Bu kez istikamet
Gülhane!
Ağaçlarla haşır neşir olup Arkeoloji Müzesi'nin bahçesine uğramalı önce. Sonra Darphane'nin yanından nemli duvarlara dokunarak Ayasofya'nın oraya çıkmalı!
Anlatırım!
Yayın tarihi: 20 Eylül 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/20//haber,5D16F4E62FDD4A7E88DDC3AF5FFB48CE.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.