kapat
E-gazete
|
Hava Durumu
|
Sarı Sayfalar
|
Arşiv
|
English
|
Üye Ol
|
Üye Girişi
15 Eylül 2008, Pazartesi
Sabah
 
Haberler Spor Günaydın Ekler Dosyalar Servisler Multimedya Astroloji Kültür-Sanat İşte İnsan Çocuk Kulübü Çizerler
Sabah Günaydın Cuma Cumartesi Pazar
 
24 Saat
24 Saat
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Anadolu-İstanbul meydan muharebesi

Doğan-Erdoğan arasında cereyan eden tartışmayı çok farklı ve sanıyorum ilk kez bu yazıda benim değineceğim şu açıdan değerlendirmeden anlamak ve işlerin nereye varacağını kestirmek çok zor. Uzatmadan sonunda söyleyeceğimi başında da söyleyeyim ve bu gerilimi belki de bir kopuşun başlangıcı olarak görmemiz gerektiğini şurada belirteyim. Niye öyle düşündüğümü de açıklayayım.

Bir sınıfın tarihi
Bugün Türkiye bir dönüşüm yaşıyor. Bu dönüşüm ilk kez ortaya çıkmıyor. 150 yıldır devam eden sosyal ve siyasal farklılaşmanın bugünkü durağını meydana getiriyor.
Nedir o dönüşüm?
Türkiye'de modernleşme veya çağdaşlaşma denilen değişim daha önceki dönemlerde bir hiyerarşi içinde yaşandı. Bu hiyerarşi bilenler-bilmeyenler, yönetenler-yönetilenler, seçkinler-halk şeklinde toplumsal ayrışmaları gerektirdi.
Fakat ortadaki büyük mesele dönüşümü taşıyacak olan sınıfların yaratılmasıydı. O sınıf burjuvaziydi ve burjuvazi devlete bağımlı, iktidara yandaş, koşullara uyumlu bir nitelik taşıyordu. Öyle Batı'daki gibi kendi başına buyruk ve özgürlükçü değildi.
Burjuvazinin bu niteliği, birçok incelememde göstermeye çalıştığım gibi, ilk kez 24 Ocak 1980 kararları sonrasında kırıldı. Hatırlayanlar olacaktır, dönemin işveren sendikaları başkanı olan zat 12 Eylül darbesi ilan edilince "Artık gülme sırası bizde" demişti. Özal dönemi onları doya doya güldürme olanağı sundu. Fakat gene ortada bir iç çelişkisi vardı. Çünkü her ne kadar burjuvazi devleti kendisine bağlamış ve ona istediğini yaptırıyor idiyse de devlet kendi yandaş burjuvazisini geliştirmekten vazgeçmemişti. Mesela Prof. Korkut Boratav'ın bu dönemi özellikle bu yanıyla irdeleyen iktisat tarihi çalışmalarında bunun örnekleri-kanıtları bulunabilir.
Bugünkü sorun işte bu noktada patlak veriyor. O burjuvazi 12 Eylül sonrasındaki alışkanlıklarını sürdürüyor. Elindeki medya veya başka imkanları kullanarak ve devleti-iktidarı güdümleyerek hala gücüne güç eklemek istiyor . Bu o kadar böyle ki, daha önce medya patronlarının kamu ihalelerine giremeyeceğini öngören yasa dahi sonradan değiştirildi. Bu, burjuvazinin medyayı artık bir "sermaye üretme aracı" olarak kullandığının şaşmaz göstergesiydi.

Yeni dönem yeni siyaset
Oysa öbür tarafta başka bir oluşum dip dalgası halinde gelişiyordu. 1991 sonrasında başlayan siyasi gelişme 2002 sonrasında doruğa çıkmış ve başka bir mecraya girmişti. Bu dalga, geleneği, İslam'ı ve muhafazakarlığı derece derece ve farklı bireşimler halinde kullanan siyasetlerin söz konusu burjuvazi-iktidar ilişkisine karşı bir kutup olarak gelişmesiydi. Önce 1994'te yerel yönetimlerde, 1995 sonrasında merkezi yönetimde koalisyonlarla ve nihayet 2002 sonrasında mutlak güçle bu siyaset iktidar oldu.
Bugünkü iktidar belki de Cumhuriyet tarihinde ilk kez (doğru veya yanlış) yerleşik burjuvaziyi karşısına alıyor. Bu sadece Doğan-Erdoğan tartışması değildir. Bu bana kalırsa AKP-burjuvazi çatışmasıdır. Anadolu'ya dayanan, farklı bir sermayeden yana olan, yeni bir sosyopolitik dinamik yaratmaya çalışan AKP nihayet burjuvaziyle büyük savaşına girdi.
Bu savaş bekleniyordu, kaçınılmazdı. Sonunda patladı. Savaşın tarafları tekrar edeyim Doğan-Erdoğan değildir. İstanbul burjuvazisiyle Anadolu burjuvazisidir. Erdoğan rant ekonomilerini yerleşik İstanbul burjuvazisinin tasallutundan kurtarmak ve dağıtım ekonomileri aracılığıyla Anadolu'ya aktarmak istiyor. ( Bu mekanizmanın nasıl işlediğini merak edenler dünkü Sabah'ta Yavuz Donat'ın yazısına baksın.)
Sonucu ne olur, kim haklıdır, doğru mu yapılıyor, bunlar ayrı sorular ama bu bence bir "devrim" hamlesidir.