Bu dönemde gündemi yolsuzluklara dair iddia, suçlama ve soruşturmalar işgal edecek gibi. Deniz Feneri örneği, sağlıklı bir demokrasi ve 'dürüst medya' için bağımsız basının önemini açıkça gösterdi .
Bellidir ki, siyasetçilere, siyasi partilere ve onlarla doğrudandolaylı bağlantılı başka kurum ve kuruluşlara dair yolsuzluk suçlamaları, soruşturmalar, açılması muhtemel davalar önümüzdeki dönemde önemli yer tutacak.
Daha önce de bu köşede yazdığım gibi asıl görevi halk adına bağımsız gözlem, eleştiri, hesap sorma ve "kamu adına denetim" olan basın bu dönemde çok kritik sınavlardan geçecek.
Kendisini ideolojik çengellere takılı "misyonerlik"ten, çıkar ilişkilerinin tuzaklarından uzak tutmaya çaba göstererek; yolsuzlukların, avantaların çamurlu hendeklerinde kazma kürek çalışacak, suçluyu suçsuzdan ayırmaya özen göstererek halka, okuruna doğru bilgi verecek.
Tekrarlayalım gündem yolsuzluktur. Kime ait olursa olsun, yolsuzluk.
Bu nedenle,
Şaban Dişli olayı ile ile ilgili olarak okurların haklı bulduğum eleştirilerine geçenlerde yer ayırdım.
"Dramatik gelişmeler olabilir" dedim.
Oldu.
Dişli istifa etti.
Siyasette hesap sormanın, dürüstlük talebinin karşılık bulduğu anlaşıldı.
Ardından,
Deniz Feneri olayı patlak verdi.
Alman yargı makamlarının yürüttüğü dava, yine yüksek rakamlı bir yolsuzluk ithamıyla, yine vergi veren yurttaşların hakkını gündeme getirecek şekilde, ayrıntılı haberlerle basına yansıdı.
Ardından kızılca kıyamet koptu.
Başbakan, Doğan Medya Grubu sahibi
Aydın Doğan'ı yerden yere vurdu, "gizli iş takibiyle", "tehdit ve şantajla" suçladı, "iş takibi" bağlantılı bazı konuları gündeme taşıdı. Kavga sert bir söz düellosuna dönüştü, medyasiyaset ilişkileri ve gazetecilik kimliğindeki çöküşü de kapsayan geniş bir tartışma açıldı.
Bu tartışmaya, farklı boyutlarıyla hafta içinde "özel" bir ombudsman köşesinde yer verdim. Gazeteciliğin siyasi iktidar ve medya patronu iktidarı kıskacından kurtarılması gerektiğini savundum.
SABAH'ın bu tartışmada rakipleri karşısında büyük bir avantajı var.
Hem yorumlarda bir "çok seslilik" sergiliyor, hem de kendisini eksikyanlış habercilik olunca açık açık eleştirebiliyor. Hem de sözünü sakınmadan, okura dobra dobra konuşma hakkı tanıyarak.
O yazıda
Deniz Feneri davasının tartışmasız biçimde "haber değeri" taşıdığını yazdım. Kuşkusuz, büyük bir "haber değeri" söz konusu. Her boyutuyla birinci sayfalık bir haber değeri.
İğneyi kendimize batırmaya devam edelim.
Acaba SABAH, bu önemli gelişmeyi hak ettiği ölçüde verebildi mi?
Malum, dava ile ilgili ilk haberler basında 3 Eylül'de çıkmıştı.
O günlere geri giderek SABAH'ın sadık okurlarına kulak verelim.
Gürkan Öztürk, 4 Eylül'de sıkıntısını şöyle dile getiriyordu:
"Refah Partisi'nin 'kayıp altı trilyon' kod adlarıyla bilinen rezaletini geride bırakacak gibi gözüken, en azından bu şüpheyle Alman yargısında görülen Deniz Feneri davasıyla ilgili, davanın görüldüğü günün ertesinde, yani 3 Eylül tarihinde gazetemde neden bir tek haber yok acaba? Davanın
Türkiye bağlantılarına dair çok ciddi şüphe ve iddialar ortada iken göz ardı edilmemeli diye düşünüyorum."
Öztürk gibi pek çok okur, izleyen günlerde benzer yakınma ve sitemlerle eleştirdiler gazeteyi. Bazılarına göre, "iktidarla ilişkisi", gazeteyi gerçeklerin üzerine gitmekten alıkoyduğu için haberler "saklanıyordu".
Taradım.
Davayla ilgili ilk haberler SABAH'ta 4 Eylül'de çıktı. Suçlamalar üzerine basın toplantısı düzenleyen RTÜK Başkanı
Zahid Akman'ın açıklamaları birinci sayfadan,
Deniz Feneri'ne Zahid Akman'ın Cevabı başlığıyla yansıdı.
Ayrıca
Yavuz Donat'ın kapsamlı köşesi de tamamen bu konuya ayrılmıştı.
İç sayfalarda,
Akman'ın açıklamalarının yanı sıra, davanın bir sonraki gününde "bilirkişi" sıfatlı mali müşavirin dernekle
Türkiye arasındaki bağlantılarla ilgili aktardığı bilgilere de "iddialar" adı altında yer verilmişti. Ayrıca haberin alt bölümünde davalı
Deniz Feneri ile suçlanan Kanal 7 ve Beyaz Holding'in açıklamaları da vardı.
Bütün bu haberler,
Donat'ın köşesiyle birlikte tam sayfaya yayılmıştı.
O gün tek eksiklik -Donat'ın köşesinde kısmen yer verilen-"Bu dava neyin davası" konulu bir bilgilendirme bölümünün olmayışıydı.
Geçen hafta sonu,
Başbakan'ın öfke dolu çıkışıyla, gündemin akışı değişti.
Ama bu arada
Deniz Feneri davası da devam ediyordu.
Salı günü okurlardan yeni eleştiriler geldi.
Habercilikte SABAH'ı "utangaç" ve "ürkek" bulan okurumuz
Mustafa Candan, "Sizden çıt çıkmıyor, AKP güdümlü bir gazete oldunuz" diye yazıyordu.
Sami Arslan şunu yazıyordu, özetle:
"Gazetemden memnun değilim. Kaç gündür memlekette Deniz Feneri davası varken gazetem davayla ilgili haberlere değil, tekziplere, düzeltmelere ve cevabi açıklamalar yer vermekte. Haberini vermediğiniz bir konuda tekzip verince de, olmuyor! Bu gazeteye yakışmıyor."
Avni Kırman da eleştirdi:
"Ergenekon davasını sıkı sıkıya sizden izledik. Ama bu davayı adeta yok gibi saydınız. Oldu mu? Kendinizden memnun musunuz?"
Geçen hafta gazetenin
Deniz Feneri "haber performansı", çarşamba günü hariç, hiç iyi görünmedi. "Haber değeri" ve "kamu adına denetim" açısından önemi tartışılmayacak bu haberi, duruşmasıyla, iddiasıyla, savunmasıyla, iktidarmuhalefet tartışmasıyla çok daha iyi yansıtmalıydı SABAH.
Köşe yazısı performansı ise "çok sesli", "nüanslı", "eleştirel" idi.
Yorumda ana rakibi Doğan Medya Grubu gazetelerine fark attı, ancak haberde hayli geride kaldı, okurlarını bu yüzden kuşkuya düşürdü.
Bu düzeltilmesi gereken bir kusur olarak gözüküyor.
Bu gazetenin görevi halk adına bağımsız gözlem, denetim ve hesap sormak, "doğruluk pusulası"ndan asla şaşmamak ise, haberleri günü gününe, adalet terazisinin hassas kefesinde (herkese söz hakkı tanıyarak) vermek, üstelik rakiplerle rekabet içinde üstünlük sağlayarak, atlatarak vermek gerekir.
Her tarafa eşit mesafede durarak.
Okuru SABAH okuru yapan, ondaki "
işini iyi yapma " beklentisidir.
Yayın tarihi: 15 Eylül 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/09/15//baydar.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.