1 Eylül Dünya Barış Günü'ne en son Kafkasya'da patlayan, ama dünyanın birçok yerinde süren savaşlarla giriyoruz. Kamplara bölünmüş dünyamızda, çıkar çatışmaları, bölgesel zenginlikler hâlâ insan hayatından daha değerli..
Postmodern analizlerin hedefi 12'den vurduğu 1990'ların renkli Clinton yılları hiç de kamplaşma emareleri gösteren bir dünya resmi vadetmiyordu. Sorunlar yok değildi, ama bunların kontrol altında tutulabileceğine dair iyimserlik de güçlüydü. En azından küresel barışa dair tehdit okumaları gündemin üst sıralarında yer almıyordu. Bush döneminde El Kaide ve türevlerinin yol açtığı teröre karşı teyakkuz, Rusya ile Çin'i de teröre karşı ABD'yle aynı saflarda buluşturdu ama bu buluşmanın, jeopolitik anlaşmazlıkları aşmaya yetmediği görüldü. ABD Savunma Bakanlığı Pentagon, bir süredir her yıl ABD Kongresi'ne Çin'in savaş kabiliyetleriyle ilgili rapor sunuyor. Bu raporlar, hem ABD hem de dünya kamuoyunu, Çin'in ABD'nin askeri rakibi olduğu saptamasına alıştırmaya yarıyor.
BÖLÜNMÜŞ BİR DÜNYA
2001'de kurulan yarı-askeri bir devletlerarası örgüt olan Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) de tartışmanın diğer tarafı. Çin, Rusya, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan ve Tacikistan'dan oluşan bu teşkilat, Asya'da bir tür güç yoğunlaşmasına işaret ediyor. Rusya'nın feshedilen Varşova Paktı sonrası kurduğu Kolektif Güvenlik Antlaşması Örgütü'nü de (KGAÖ) hesaba katmak gerekiyor. Bu teşkilatta da Rusya, Kazakistan, Kazakistan, Özbekistan, Kırgızistan, Tacikistan, Ermenistan ve Belarus yer alıyor. KGAÖ ve ŞİÖ 2007 yılında suçla mücadele ve güvenlik alanlarında işbirliğini geliştirme anlaşması imzaladı. Sonuçta bütün bu tablonun sunduğu bölünmüş bir dünya resminden başka bir şey değil. Ama bu bölünme 'soğuk savaş' diye adlandırılan kamplaşmadan çok daha ürkütücü sonuçlara yol açabilecek bir bölünme. İlginç ve cüretkâr teşbihler yapılabilecek bir dönemden geçiyoruz. Bu teşbihlerin güzel bir örneğini geçtiğimiz salı günü istişareler için Moskova'ya çağrılan Rusya'nın
NATO temsilcisi Dimitriy Rogozin,
RBKDaily adlı bir Rus gazetesine yaptı. Rogozin, "Halihazırdaki atmosfer bana Avrupa'da 1914'teki ortamı hatırlatıyor, o zaman bir terörist yüzünden dünya güçleri arasında savaş kopmuştu. Umarım Mihail Saakaşvili tarihe yeni bir Gavrilo Princip olarak geçmez," dedi. Bir Sırp milliyetçisi olan Princip'in ağustos 1914'te Avusturya-Macaristan Arşidükü Franz Ferdinand'ı öldürmesi tam bir domino etkisi yaratmış, ardından dünya savaşı başlamıştı. Rogozin böyle yerinde bir teşbih yaparsa, örtük olarak Rusya'nın 1914'ün
Almanya/Avusturya-Macaristan eksenine yerleştirilmesi de pekala mümkün olur. 1914'teki küresel bölünmeyi, kapitalist sistemin otoriter ve demokratik merkezleri etrafında toplanan devletlerin oluşturduğu kamplar meydana getirmişti. Demokrasi kampında o günün zayıflayan küresel gücü İngiltere, yükselen güç ABD'yle ittifak yaparak
Almanya'yı durdurmuştu. Bugün de demokrasi kampında kan kaybeden ABD, yükselen güç
Avrupa Birliği'yle birlikte otoriter bir kapitalizm vadeden Çin- Rusya eksenine karşı konum alıyor. İngiltere'nin 1898'de
Almanya'da parlamentodan geçen deniz kuvvetlerini güçlendirmeye yönelik Donanma Yasaları'nı tehdit olarak görmesi gibi, ABD de bugün Çin'in silahlanma çabalarını tehlike olarak kabul ediyor. 1900'de İngiltere'nin Afrika'nın güneyinde siyahlara karşı ayrımcılık güden Hollanda kökenli Boerlere karşı altın madenlerini kontrol etmek için yürüttüğü savaşla, 2003'te milliyetçiliğin en çirkin örneklerinden birinin yaşandığı petrol zengini Irak'taki Baas diktatörlüğünün ABD tarafından devrilmesi arasında benzerlikler bile çok dikkat çekici. Her iki savaşı da ABD ve İngiltere'de siyasetin muhafazakâr kanadındaki hükümetler yürüttü. Her iki savaşta da işgalci güçlerin sivillere yönelik muameleleri tartışma konusu oldu, tepki çekti. Boer örneğinde İngiltere'nin kurduğu toplama kampları, Irak örneğinde ABD'nin bu ülkede kullandığı cezaevlerinde yaşananlar çok benzer. Bu savaş kesinlikle bir 'işaret' savaşıydı. Günümüzde de işaret savaşları yaşandı. Sırbistan, Irak ve Gürcistan en belirgin üç işaret savaşıydı ve ilk ikisinde Batı başarılı da oldu.
YİNE İTİLAF-İTTİFAK Bugün her iki kampın oldukça atak manevralarla etkinlik mücadelesine tanık oluyoruz. Her iki kampta yer almak için can atan ülkeler var, örneğin Ukrayna ve Gürcistan
NATO'ya üye olmayı neredeyse bir ölüm-kalım meselesi haline getirdi. Öbür tarafa katılmak için de can atan ülkeler var. Nükleer faaliyetleri yüzünden askeri tesisleri Batı tarafından bombalanıp bombalanmayacağı merakla beklenen İran, ŞİÖ'ye üye olmak istiyor. Doğal olarak bu tür bir kabulün sonuçları olacağını hesap eden Çin ve Rusya bu şevke şu ana dek temkinli yaklaştı. Latin Amerika'da Hugo Chavez yönetimindeki Venezuela, Rusya'yla askeri-siyasi ittifak kurmak isteyen bir başka ülke. Chavez Rusya'dan silah aldı ve ülkesinin Rusya ve doğal olarak Çin'le birlikte hareket ettiği takdirde daha güvenli olacağını düşünüyor. Afrika'da da örneğin baskıcı yöntemlerinden dolayı demokrasi çevrelerinin şimşeklerini üzerine çeken Zimbabve ve Sudan'a yönelik Çin'in belirgin desteği söz konusu. Ortadoğu'da Suriye ile İran, Uzakdoğu'da da Kuzey Kore'nin Çin- Rusya ekseni tarafından kollandığı açıkça görülüyor. Ekonomik payda kapitalizm olmakla birlikte ideolojikkültürel kimliğin otokrasi ve demokrasi olarak bölündüğü yeni bir 'itilaf-ittifak' bölünmesi bir kez daha ufukta belirmiş oldu. Rusya'da siyasi partiler ve seçimlerin olması da Batı açısından bir şey değiştirmiyor. 1871'de Otto von Bismarck'ın kurduğu
Almanya'da da bu kurumlar vardı ama savaş engellenemedi. Savaş karşıtlığını ideolojik bir tercih olarak benimsediği düşünülen 1912 seçimlerinin galibi Alman Sosyal Demokrat Partisi'nin 1914'teki savaş yanlısı tutumunu da hatırlamak gerekir. Bir de küresel barış gündeminin her zamankinden yoğun olacağı, uyarılar ve tuzaklarla dolu bir döneme girildiğini...