Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığı internet sitesinde yayınlattığı Türkiye'nin Kalbi Ankara belgeselini Sovyet yönetmen Sergey Yutkeviç çekti. Ses getiren bu belgesele Reşat Nuri Güntekin de katkıda bulunmuş; Abidin Dino, Yutkeviç'den çok etkilenmişti..
Bugün elimizde tek kopyası bulunan Cumhuriyet'in 10. yıl töreninin görüntüleri
Türkiye'nin Kalbi Ankara belgeseli için
Türkiye'ye gelen Sovyet yönetmen Sergey Yutkeviç tarafından çekilmişti. Bu belgesel geçtiğimiz hafta Cumhurbaşkanlığı'nın resmi internet sitesinde yayınlandığında çok ses getirdi. 1969 yılında televizyonda yayınlanırken TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak'ın "Siz bu belgeseli ancak Rusya'da izletebilirsiniz!" diyerek yayını ortasında kestiği, sorumluları cezalandırdığı ve uzun yıllar sansürlenen
Türkiye'nin Kalbi Ankara, aslında Atatürk'ün ricasıyla çekilmiş ve o dönem beğenilmişti. Ancak II. Dünya Savaşı sonrası
Türkiye ve dünyada saflar yeniden belirlenirken, her kış büyük bir korkuyla komünizmin yurdumuza geleceği kaygısını yaşayan Türk siyasi elitleri, belgeselde
Enternasyonal Marşı'nın çalmasından, kızıl bayrakla ay yıldızlı bayrağın bol bol yan yana gösterilmesinden, bir de jenerikte Kiril alfabesinin kullanılmasından oldukça rahatsız oldular.
ARİF KESKİNER'E ANLATTI
Sinema ve sanat dünyasının renkli isimlerinin uğrak yeri Çiçek Bar'ın işletmecilerinden Arif Keskiner'in birbirinden güzel anılarını kaleme aldığı
Yine Mi Çiçek isimli kitabında,
Türkiye'nin Kalbi Ankara belgeselinin yönetmeni Sergey Yutkeviç'in ağzından Ankara'da Hipodrom'da yapılan 10. yıl törenleri hakkında pek az bilinen önemli anılar, ünlü yönetmenin ağzından anlatılıyor. 1977 yılında Moskova Film Festivali sırasında Türk heyetiyle tanışan ve 'boyu bosu Halikarnas Balıkçısı'na benzeyen' ünlü yönetmen, 29 Ekim 1933 günü yaşadıklarını hala dün gibi hatırlamaktadır. Sovyet heyetiyle beraber deniz yoluyla İstanbul'a gelen Sergey Yutkeviç, aynı gün trenle Ankara'ya geçer. Geceyi Cumhuriyet döneminin en önemli mekanlarından birinde, Atatürk'ün 'Doğudan batıya açılan pencere' olarak tanımladığı Ankara Palas'ta geçirir. Odalarında krallar, kraliçeler, cumhurbaşkanları ağırlanmış otelde sabah bir türlü olmak bilmez. Zira Yutkeviç'in tek dileği, bir an önce Gazi Hazretleri'ni görmektir. Sabahın erken saatlerinde odasını terk edip ekibiyle birlikte doğruca tören alanın yolunu tutar. Sovyet devriminin 'delikanlı sanatçılar' kuşağından olan Sergey Yutkeviç, elbette ki Hipodrom'da törenleri filme alacak tek sinemacı değildir.
EZİLDİKÇE EZİLİYORUM... Amerika'dan Fransa'ya, İngiltere'den İtalya'ya kadar dünyanın dört bir yanından gelmiş pek çok filmci de kameralarını Mustafa Kemal'in konuşma yapacağı protokol tribünün karşısına yan yana kurup, törenler başlamadan önce son hazırlıklarını yapmaktadır. Sergey Yutkeviç o an yaşadığı duyguları yıllarca unutamaz. "Bilirsiniz, biz Ruslar biraz kabayız. Kameralarımız, kordonlarımız da öyle. Mikrofonlarımız da... Komplekse kapılıyorum onlarınkini görünce. Kameralarımızı Kemal Paşa'nın konuşacağı protokol tribününün karşısına kuruyoruz. Yan yana. Sonra makineye bağlı o parmak kalınlığındaki kordonu kürsüye çekiyorum. Mikrofonu bağlıyorum kürsünün üstüne. Öbür kameramanlar gülerek, biraz da küçümseyerek bakıyorlar bana. Gerçekten acınacak haldeyim. Ezildikçe eziliyorum." Sergey Yutkeviç her şeye rağmen işini bütün ciddiyetiyle yapmaya gayret eder. Bu arada protokol tribününde başka ülkelerden gelen başkanlar, bakanlar, diplomatik misyon şefleri yerlerini almış Gazi Hazretleri'nin teşrifini beklemektedir. Bir süre sonra beklenen an gelir, Gazi'nin dolma tekerlekli, üstü açık makam arabası kameraların konuşlandığı yerin sağ tarafından Hipodrom'a girer. Yutkeviç bu anları şöyle anlatır: "Vizöre gözümü dayayıp basıyorum deklanşöre. Kamera çalışıyor. Araba bize doğru yaklaşıyor. Gözüm vizörde, hiçbir şeyi kaçırmamaya çalışıyorum. Atatürk bütün güzelliğiyle önümüze doğru geliyor. Araba önümüzden geçerken, birden çevremde bağrışmalar, koşuşturmalar duyuyorum. Ne olduğunu öğrenmek için meraktan ölüyorum. Fakat gözümü vizörden ayıramıyorum. Atatürk otomobilden inip ağır ağır merdivenlerden tribüne çıkıyor. Ben kamerayla takip ediyorum onu. Sonra kürsünün önünde durup o hıncahınç dolu hipodromdaki kalabalığı selamlıyor. Hipodrom alkıştan yıkılacak gibi."
O ÜNLÜ NUTUK SAHNESİ
Atatürk, bugün "Ne mutlu Türküm Diyene" sözleriyle belleklere kazınan meşhur konuşmasını yapmaya başlar. Yutkeviç'in işi de bu noktadan sonra kolaylaşmıştır. Kamerayı Atatürk'e doğru fiksleyip gözünü vizörden ayırmaya vakit bulabilmiştir. Artık çevresinde biraz önce neler olup bittiğini anlamaya vakti olmuştur... "Müthiş bir şaşkınlık yaşıyorum. Benimle birlikte çekim yapan tüm kameraların kordonlarının, üstünden Atatürk'ün otomobili geçince, parçalanmış olduklarını görüyorum. Ve size bir şey diyeyim mi, bizim Rus kabalığı ilk kez işe yarıyor o gün. O bizim parmak kalınlığındaki kordonlar parçalanmıyor. Meslektaşlarım adına üzülmüyorum. Ama kendi adıma çok seviniyorum. Çünkü, 'Yutkeviç,' diyorum, 'bu görüntüleri dünyada filme alan tek kişi sensin.' 10. yıl filmini çekmiş olan tek kişi olmaktan onur duyuyorum."
SON DİLEĞİ GERİ GELMEKTİ
Bu, tarihe geçecek filmin banyosu Moskova'da yapılıp montajı tamamlandıktan sonra ilk kopyası Sovyetler Birliği Meclisi adına Kliment Voroşilov'un armağanı olarak Atatürk'e gönderilir. Sergey Yutkeviç, 1977 yılında Moskova Film Festivali'ne gelen Türk heyetine yıllar sonra Türklerle karşılaşmış olmaktan duyduğu bir mutluluğu dile getirirken, son bir kez Ankara'yı görmek istediğini de söyler: "Siz Türkler çok konukseversiniz. El üstünde taşıdınız bizleri! 44 yıl sonra sizleri görmüş olmaktan ne kadar mutlu olduğumu bilmenizi isterim. Kim bilir şimdi nasıldır Ankara? Bunca yıl sonra, ölmeden önce bir kez daha görmek isterdim. Ama olmadı." O tarihte 73 yaşında olan Yutkeviç'in bu dileği hayata gözlerini yumacağı 1985 yılına kadar yapılan tüm girişimlere rağmen gerçekleşmez. George Orwell'ın
1984 romanında yazdığı gibi "Geçmişi kontrol eden geleceği de kontrol eder, şimdiyi kontrol eden geçmişi de kontrol eder". II. Dünya Savaşı sonrası ABD'nin şemsiyesi altında kendini Batı bloğunda konumlandıran
Türkiye'nin siyasi/bürokratik elitleri de bu düsturla Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki Türk Sovyet ilişkilerini hatıralardan silmek için ellerinden geleni yaptılar. Zira dönem komünizmle mücadele dönemiydi, Sovyetler Birliği'yle ilişkilendirilebilecek her şey komünizm propagandası içinde tasavvur ediliyordu. Engin Ardıç'ın deyimiyle 'Rusça bilmek, kırmızı gömlek giymenin bile' insanın başına dert açmak için yeterli olduğu o
Türkiye günlerinde gösterimi yasak olan filmlerden bir tanesi de, Sergey Eisenstein'ın bahriyelilerin Çarlık rejimine karşı ayaklanmalarını anlatan
Potemkin Zırhlısı'ydı. Film,
Türkiye'de ilk kez 1927 yılında Ankara'da hem de Sovyet Filmleri Festivali'nde kapalı gişe gösterildi.
REŞAT NURİ DESTEK OLDU
1920 yılında İstanbul'dan Anadolu'ya geçen İzmir mebusu ve gazeteci Yunus Nadi'nin gözünde Ankara, 'İnsana sanki ölü bir memleket hissi veren' bir kentti. Kurtuluştan sonra Anadolu'da yeni bir ulus ve devlet inşasına soyunan cumhuriyet kadroları, bu kenti yeni rejimin siyasi gücünün vitrini yapmaya karar vermişti. 1932 yılında Berlinli mimar Hermann Jansen'ın yeni Ankara planı onaylanarak uygulamaya konurken, bir yıl sonra Cumhuriyet'in 10. yılı etkinlikleri için
Türkiye'ye çağrılan ünlü Rus sinemacı Sergey Yutkeviç liderliğindeki bir ekibe yaratılan yeni ulusun başkenti Ankara'nın belgeselini çekme siparişi verildi. Filme Sergey Yutkeviç'in yanı sıra Oskaroviç Arnştam, Fikret Adil ve Reşat Nuri Güntekin de katkıda bulundu. Bir Sovyet delegasyonunun
Türkiye'ye gelişi, eski Ankara'dan yeni modern başkentin doğuşu ve Atatürk'ün
10. Yıl Nutku'nun görüntülerinin olduğu 55 dakikalık film, Sovyet sinemasının erken döneminin tüm imaj oluşturma ve kamera tekniklerinin izlerini taşıyor. 1934 yılında montajı tamamlanan filmin 'sakıncasız' görüntüleri daha sonraları Atatürk'ü anma törenleri ve Cumhuriyet bayramları için hazırlanan programlara, kliplere 'dolgu malzemesi' olarak sıkça kullanıldı.