Geçen haftaki yazıda iki konuda, iki büyük hata yapmışım. Bizim Bodrumlu denizcilerin paşası Forsa Mustafa'yı 'Forca Mustafa' diye yazmışım. Bir de geçmişi bilen Muğlalı teyzeyi tarif ederken ona 'medyum' yerine 'büyücü' demem oldu. Forsa, kürek mahkûmu demek. Denizlerde alınan erkek esirler, ellerinden ve ayaklarından teknelere zincirlenir, kırbaçlanarak kürek çektirilirdi. Öldüklerinde de denize atılırlardı. İşte o kürek mahkûmlarının genel adı 'forsa'dır. Peki... Korsanlar tarafından erkekler forsa yapılır da kadınların başına neler gelirdi? Hele o duygu... Sevdiğiniz forsa olurken sizin ondan koparılıp götürüldüğünüz o sahne... Ya daha sonraki hayat? Acaba kadın esirler için yaşam daha mı güzeldi? Bir esir pazarında cariye olarak satılmak ne demek? Siz hangisi olmak istersiniz? a- Köle pazarında o çirkin ve kirli eller tarafından kalçanız, göğsünüz, hatta dişleriniz kontrol edilerek satılmak mı? b- Onca hamam sefasından sonra ipek kıyafetler ve mis kokular içinde bir sarayda genç bir krala (belki de şişman, göbekli) takdim edilmek mi isterdiniz? Acemi bir aşk yazarı olarak, "Hangi köle olmak istersiniz?"in bir özel sorusu da şu: Satıldığınız adama âşık olursanız ne olur? (Ya da sizi köle olarak satın alan adam, size âşık olursa ne olur?) "Hadi canım," demeyin, tarihe bakın... Birçok padişah, kral ve amiral en büyük aşklarını esir aldıkları köleleriyle yaşamadılar mı? Acemi aşk yazarı olarak bu konudaki çok ciddi yorumum da şu: Biz köle erkeklerin değişmeyen tek şeyi yine köle olmaktır. Çünkü biz erkeklere âşık ne kadın padişah oldu ne de kadın kral! Aslında ben de bir köle torunuyum. Gülmeyin canım. Yaşanmış bu hikâyeyi,
Eyvah Oğlum Mozart Dinlemiyor kitabımda yazmıştım. Bir hatırlatma yapayım. Rahmetli dedem Abdullah efendi, Arap çöllerinde savaşırken yaralanır. Her tarafı kurşun yarasıyla delik deşiktir. Osmanlı ordusu, Kanal harekâtında binlerce şehit verirken dedemi de sıhhiyeler öldü diye bırakırlar. Ricat anında bir Türk askeri, dedemin yaşadığını anlar ve onu sırtına alır, taşımaya başlar. Sonuçta dedemle o asker birlikte İngilizlere esir düşerler. (Hayatını kurtaran Mevlit efendiyle Afşin'e birlikte gelirler. Dedem Mevlit efendiye ev bahçe verir, hatta evlendirir de...) Olayın sonrası çok özel. Benim esir dedem, İngilizler tarafından Araplara satılır. Tam yedi yıl sonra dedem Yemen tarafında bir hamama gider, yıkanır. Hamamda dedemi izleyen biri, "Sen buraya zenci geldin, beyaz oldun," der. Dedem boynunu büker, "Ben önce bir esirdim, sonra da köle oldum. Sahibim beni beyaz olduğum anlaşılmasın diye hep siyaha boyar," der. Tesadüfe bakın ki o kişi bir İngiliz subaydır. Dedem, "Birinci Dünya Savaşı'nı biz Osmanlılar kazandık mı?" diye sorar. İngiliz subay, "O savaş biteli çok oldu. Osmanlı İmparatorluğu artık yok,
Türkiye Cumhuriyeti var. Mustafa Kemal Atatürk de cumhurbaşkanı," diye yanıtlar. Dedem yıllar sonra gülümser ve hayatı boyunca hep söylediği şu sözü ilk kez o gün söyler: "O mavi gözlü, sarı saçlı Mustafa Paşa'nın askeri olsaydım, Kanal'da ordumuz çekilmez ve yenilmezdi. Ben de esir olmazdım!" Dedem o Arap çöllerine satılan tek esir değildi. O İngiliz yüzbaşı sayesinde binlerce Türk askeri
Türkiye'ye iade edildi. (Trenlerde işkence, açlık ve susuzluktan ölen çokmuş) Konumuz büyücülük, falcılık ya da medyumluk ya... İşte benim o dedem, Arap çöllerinde rüya yorumlama, astroloji ve medyumluk gibi geleceğe-geçmişe bakmayı öğrenmiş. Dedemin odasında bu konuda Arapça kitaplar vardı. Rahmetli öğretmen babam da o kitapları galiba yok etti. (O kitaplarda yazılanların gücüne inanır, ama "Çağdaş
Türkiye'de bunlara yer yok," derdi.)
ASTROLOJİ GELECEĞİ SÖYLER
Dedem, geçmişi ve geleceği okurdu. Annem Ayşe Sultan bana hamileyken gördüğü ve korktuğu bir rüyayı anlatır. Dedem, "Üzülme mutlu ol. Oğlun olacak ve o da kitap yazacak, yazar olacak," der. İşte öyle... O dönemde oğlan mı yoksa kız mı olacağını doktorlar bile bilemezken dedem benim ismimi doğmadan koyar bile... Dedem bu bilgisini insanların kötülüğü için hiçbir zaman kullanmadı. Evimize gelenler hep kadınlardı. Kimi ne zaman evleneceğini sorardı, kimi de olmayan çocukları için ne yapacaklarını... Dedem, kitaplarına bakar, astrolojiyle sorunların çözümünü söylerdi. Konuyu tekrar başa getireyim... Forsa Mustafa anlattı: "Ben çocukken mahalle arasında oynarken büyüklerim beni yanlarına çağırdı. Bir adam baş parmağımın tırnağına bir şey sürdü. Dedi ki 'Gördüklerini anlat.' Tırnağımın üzerine baktım, 'Evimizin kapısının önünü görüyorum,' dedim. 'Başka ne görüyorsun?' diye sordular. 'Fötr şapkalı bir adam,' dedim. Tekrar beni top oynamaya yolladılar. Meğer evimize hırsız girmiş. Giren de fötr şapkalı adammış. Tabii hırsız bulundu!" Bizim Muğlalı teyze, geçmişi biliyor. Bunları kitaplara bakarak söylüyor. Yani bir medyum olarak insan sağlığıyla da ilgileniyor. İsmini ve adresini asla yazmam. Ama Muğlalı teyzeyi Muğla çevresinde bilmeyen yok. "Peki kahve falı için ne diyorsun?'' derseniz, dinlemeye bayılıyorum. Hele falda para sözü çokça ve sıkça olursa... Bazen içimi ürperten sözler duysam bile... Kahve falları için söylenen sözü tekrarlıyorum: Fala inanma, ama falsız da kalma... Acemi aşk yazarı olarak ben hiçbir zaman falsız kalmam. Nedeni şu... Bir daha bakmaz mısın? Peki öyleyse... Sustum işte!
Yayın tarihi: 24 Ağustos 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/08/24/pz/kanat.html
Tüm hakları saklıdır.