Siz hiç işkence gördünüz mü? 'İşkence tezgâhından geçmek' bu ülkenin siyasi jargonunda en önde yer alır. Dört yıldızlı protokol subayı gibi! Oysa vaka-i adiyedendir. İtalyan mutfak tezgâhından söz etmiyoruz, tezgâhtan geçmek, mahpusluktan zor zanaattır. İşkenceci ağabeyler vücudunuzun çeşitli organları üzerinde ince ince 'bilimsel' çalışma yapar. Sizin de bir yerlerinize incecikten bir kar yağar ve hiç de öyle 'Elif Elif diye' tozmaz! Genellikle yoğun işkence seanslarından sonra mola verilir, hücreye postalanırsınız. Uzun şehirlerarası yolculukta verilen molalar gibi sıkıntılı bir haldir bu. Hem yolculuğun bir an önce bitmesini hem de berbat çayı içmek istersiniz. Kısa süre sonra mola biter, 'Otobüsünüz kalkıyor' anonsu gibi kapıların açıldığını duyarsınız. Merdivenden inen ayak sesleri size doğru yaklaşır. Ayak seslerinin hangi hücrenin önünde duracağına dikkat kesilirsiniz. Hücrenizin mazgalı açılır ve hayatın cilvesidir bir pankarttan koparılan bez parçası gözbağı yapmanız için içeri atılır. Ve işkenceye götürülecek kişinin ismi, hücrenin karanlığından geçerek, duvara çarpar. Söylenen isim sizin isminiz değilse, bir rahatlama duyarsınız. İşkenceye götürülenin siz olmamasına sevinirsiniz. Ama yanınızdaki insanı alıp götürürler. Bir müddet sonra sevindiğinize utanırsınız. Geriye utanç, çaresizlik ve öfke kalır. Yani tuhaf bir insanlık halidir.
TOPLUM DA TEZGÂHTAYDI
12 Eylül 1980 darbesinden sonraki günlerde, değişik renklerde çok farklı insanlık halleri yaşandı. Toplumun tamamı daha büyük bir 'tezgâhtan' geçiyordu. O günlerden bir gün, gazetelerin birinci sayfalarındaki bir manşet dikkat çekiciydi: "Katili öğrenmek için aranacak telefon numaraları." Ne yazık ki, burada sözü edilen katilin 12 Eylül'ün ürpertici atmosferiyle hiçbir alakası yoktu. Bu manşet, TRT'de yayınlanan ve ortalığı kasıp kavuran
Dallas dizisinin kahramanı 'Ceyar'ın katilini afişe etmeye yönelikti. Verilen numara aranması halinde dizinin kahramanını kimin vurduğu öğrenilebilecekti. Toplum katilini başka yerde arıyordu. Kendi hayatlarının ağırlığını başkalarının hayatlarıyla unutuyor. Yanı başlarında evlatlarını öldürüp, işkence tezgâhından geçiren entrikayla baş edememenin, hatta onaylamanın utancını ve öfkesini başkalarının entrikalarıyla gideriyordu.
KÖRLEŞME HALİ
Katilini yanlış yerde arama, gerçek entrikayı görememe, öfke ve utancını yanlış noktalara yöneltme hali, 80 öncesinde de vardı: Maraş katliamı, 16 Mart katliamı, Abdi İpekçi cinayeti ve diğerleri. 12 Eylül ise bir toplumsal körleşme haliydi.
Dallas dizisi ise zaten körleşmiş topluma takılan güneş gözlüğü gibiydi. O günden beri güneş gözlüğü takan kör bir adama benziyoruz. Bombaların, cinayetlerin, katliamların arkası hiç kesilmedi: Madımak katliamı, Uğur Mumcu, Sabancı cinayetleri; say say bitmez. Ve son olarak Güngören bombaları. İnsan, böyle durumda ilk önce "İyi ki ben veya bir yakınım oradan geçmiyordu," diye düşünüyor. İşkenceye senin yerine bir başkasının gitmesi gibi. Ardından çaresizliğin öfkesi, acıma ve bir şey yapamamanın utancı geliyor. Bu durumda, kör ve güneş gözlüklü adam, gösterilen ilk hedefin üstüne atlıyor. Ama çoğu zaman o katil çıkmıyor. Abdi İpekçi cinayetinin karanlığının nerelere kadar uzandığını gördük. Uğur Mumcu'nun cenazesini hatırlıyorum. "Mollalar İran'a" sloganıyla yıkılıyordu Cağaloğlu. Oysa zaman geçince bunun ne kadar karmaşık bir cinayet olduğu ortaya çıktı. Dağlıca baskınıyla ilgili ortaya çıkan belgeler başka bir ülkede olsa yer yerinden oynar. Ergenekon iddianamesinde sol örgütlerin 'derin devletle' ve benzer çevrelerle kurduğu ilişkilerin yarısının bile doğru olması vahim. Ve her ne hikmetse, bu olayların bir kısmı
Türkiye'nin önemli fay hatları üstünde cereyan ediyor: Alevi-Sünni; Türk-Kürt; İslamcı-laik. Yani hikmetinden sual etmek lazım.
ALMAN PORNOSU GİBİ!
Biraz sert bir geçiş olacak ama teşbihte hata olmaz. Suikastlar ve cinayetler tarihimiz biraz Alman pornosu gibi. Beyoğlu sinemalarında 'araya parça' ile yetinmek zorunda kalan bir kuşaktan olduğum için bu konuda fazla bilgim yok. Ama anlatılana göre, anlatanın yalancısıyım! Alman pornosu dört beş kamerayla aynı anda toplam üç dört dakika çekilip, değişik açılardan çekilen bu görüntüler birleştirildikten sonra servis yapılırmış. Yani izleyenin sandığı gibi uzun bir mücadele yok! Bizim cinayetlere, suikastlara baktığımızda da aynı görüntünün, birkaç kamerayla çekilmiş halini görüyorum. Yani Ece Ayhan'ın yazdığı gibi, "...Hep devlet dersinden çakıyoruz. Devlet dersinden çakanın hayat bilgisi dersinden de geçmesi zor oluyor beyler.."