Toplumsal ve siyasal bilincimize kazınmış fobilerden bazılarını çok iyi biliyoruz... Bunlar takvimdeki değişime bağlı olarak dünya ve yurt konjonktürüne göre değişirler.
Birkaç tanesini hatırlayalım:
- Ya komünizm gelirse fobisi -
Ya faşizm gelirse fobisi -
Ya bölünürsek fobisi -
Ya şeriat gelirse fobisi -
Ya darbe olursa fobisi Bu gibi siyasal içerikli fobilere ek olarak
"Deprem", "Kuraklık" gibi doğa kaynaklı ve
"Kriz", "Durgunluk" "İşsizlik" gibi ekonomik içerikli korkularımız da hep vardır.
Aslında bu açıdan bakıldığında
Türkiye'de siyaset bir nevi
"Korkuların yönetilmesi ve yönlendirilmesi" mesleğidir de.
Siyasal İslam
"Din elden gidiyor" fobisini, Kemalist siyaset de
"Laiklik elden gidiyor" fobisini değerlendirirler.
Örneğin bir kesim
Avrupa Birliği üyeliğimiz söz konusu olunca
"Bağımsızlığımız elden gidiyor" içerikli korkuları pompalamaz mı?
Fobiler de yok olabilir? Bu fobiler zamana ve dünyadaki değişime göre bazen yok olurlar, bazen de yoğunlaşırlar.
Örneğin şimdi
"Ya komünizm gelirse" diye korkan pek kalmadı.
Serbest Pazar Ekonomisi'ne geçtiğimizden beri de, eski çaptaki ekonomik krizler benzeri bunalımlardan korkan pek yok.
Son iki ekonomik krizin (1994 Nisan ve 2001 Şubat krizleri), serbest pazarın kurallarının ihlal edilmesinden kaynaklandığını herkes biliyor.
1994'te siyasi nedenlerle fiyatlar ve faizler dondurulmuştu. 2001'e gelirken de döviz kurları sabitlenmişti.
Serbest Pazar Ekonomisi'nin kurallarına uyulduğu ve bütçe disiplini gözetildiği için, son altı yıldır nice
"siyasi kriz" yaşamış olsak da bunlar
"ekonomik kriz"e dönüşmediler.
Hatta bazıları bu duruma güvenerek
"AK Parti kapatılsa da bu ekonomiyi krize sokmaz" diyerek kapatıcılara
"Sakın korkmayın" içerikli mesajlar vermiyorlar mı?
Gelişmiş ve demokratik toplumların siyasetinde, bu tür
"Fobi yönetimi modeli" pek kalmadı.
Aman oyuna gelmeyelim Bireylerin fobileri ise, akıl sağlığı uzmanlarının ilgi alanında.
Toplum olarak yerimiz hâlâ
"Gelişmekte olanlar" arasında bulunduğu için, fobilerimiz belirli bir süre daha siyasetimize ve toplumsal yaşamımıza yön verecektir.
Ama bu fobiler kadar zayıflık göstergesi olan bir başka durum daha var.
Başımıza gelen ve kendi hatalarımızdan kaynaklanan hemen her durumda, kendi kendimizi
"Aman oyuna gelmeyelim" diye uyarmamız da bize özgü bir toplumsal davranıştır.
Örneğin yapılması gerekli reformları yapmaz, alınması gereken kararları almaz, sorunları çözüme bağlamak yerine bunları çözümsüzlüğe atarsınız.
Sonra bunlara ilişkin krizler patlayınca da
"Aman oyuna gelmeyelim" diye kendi kendinize söylenirsiniz.
En aydın, en eğitimli ve dünyaya açık kesimler bile, yaşadıkları toplumun kendilerinden farklı olan kesimlerine dönük bir empati denemesi yapmazlar. Onları
"Ötekiler" olarak açık biçimde damgalarlar.
Oyun içinde oyun var Sonra da
"Aman oyuna gelmeyelim. Birileri bizi birbirimize düşürmeye çalışıyor" derler.
Osmanlı'nın son döneminde farklı eğilimlerin taraftarları birbirlerini yok etmeye çalışırlarken, çöküşün nedenleri
"Dışarının oyununa gelmek"te aranmıyor muydu?
Balkan Savaşı'nda
"Edirne'ye Enver gireceğine Bulgar girsin" diyenler, herhalde aynı anda
"Aman oyuna gelmeyelim" de demekteydiler.
Evet... Aman oyuna gelmeyelim!
Dışarıdan birileri,
"Türk-Kürt", "Sünni-Alevi", "Darbeci-Demokrat", "Başı açık-Başı kapalı", "Şeriatçı-Laikçi" farklılıklarını kaşıyarak bize karşı oyun kurmakta olabilirler.
Hatta bunlar bombalar patlatıp, suikastlar da düzenleyebilirler.
Yayın tarihi: 30 Temmuz 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/30//haber,F31C41FAC4C14507BE5A7BF4606CA2C4.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.