Soğuk Savaş'ın en kızgın günlerinde, Berlin'deki Türklerle söyleşiler yapıyorduk.
"Misafir İşçi" olarak giden birinci kuşak ve artık
"Almanyalı" olmaya başlayan yeni kuşakla konuşuyorduk.
Berlin'in Kreusberg ve Neu Köln semtleri Türkleşmişti.
"Duvar"a hemen bitişik Kreusberg'deki Türkler,
Almanya'daki hayatın zorluklarından, kendilerine
Türkiye'nin sahip çıkmamasından, uyum sorunlarından yakınıyorlardı.
Bir de
Türkiye'deki siyasi gelişmelere ilgi duyuyorlardı.
"Heim"lardan çıkıp apartman katlarına geçmekteydiler.
O dönemde bütün dünya Duvar'ın arkasındaki Varşova Paktı tanklarının ve Kızıl Ordu'nun nükleer gücünün dehşetinden ürkmekteydi.
Ama Duvar'ın hemen dibinde yaşayan Türklerin, böyle bir konuya değindiklerini hiç hatırlamıyorum.
Oysa bloklar arası savaş başlasa, önce Kreusberg savaş alanı olacaktı.
Böyle durumlara daha sonra da defalarca tanık oldum.
Anladım ki
"Bizim dünyamız"ın dışındaki
"Büyük dünya"ya fazla ilgi duyan bir toplumsal alışkanlığımız pek yok.
Yanı başımızdaki Sovyetler Birliği'nin çöküp dağılmasının ve alt kimliklerin üste çıkmasının farkına da, gecikmeli varmadık mı?
Değişimin kaçınılmazlığı Anadolu'ya da yansıyan ve hem Kafkasları hem de Ortadoğu'yu ve Balkanları sosyo-politik deprem dalgalarına sürükleyen büyük
"Değişim"i, hala tam değerlendirmiş değiliz.
Hepimizi mateme boğan Güngören'deki hain bombanın faillerini araştırırken, acaba komşumuz ve eski eyaletimiz Irak'ta her gün bir başka kentte patlayan bombalarla ilgili haberlere ne kadar ilgi duyduğumuzu düşündük mü?
Ya da İran'a dönük Amerikan planlarının, Türk iç siyasetinde ne tür yansımalar göstereceğini hiç hesap etmeye çalıştık mı?
Türk siyasetinin son döneminde
"Değişimin kaçınılmazlığı" nı en fazla kavrayan lider Erdoğan olduğu için, AK Parti ikinci dönemde de iktidarda.
Yeni dünyada
"Milli Görüş"le bir yere varılmayacağını Erdoğan ve arkadaşları anladıkları için başarılı oldular.
Ancak
"Gerçekten değiştiler mi sorusunu" da toplumun belirli kesimlerinin zihinlerinden silemediler. Bazı söylemleri ve kadrolaşmaları,
"Acaba bunların gizli gündemi var mı" sorusunu hep gündemde tuttu.
Bundan sonra eğer geçmişe dönük özeleştiri yapmayı yoğunlaştırırlarsa, kendileri gibi olmayanlara da hizmet alanlarını açarlarsa ve
"Laiklik" olgusunun da tıpkı
"İslam" gibi Türk kültürünün temel öğesi olduğunu vurgularlarsa, toplumu da, siyaseti de rahatlatacaklardır.
Rekabetsiz demokrasi Çünkü görünürde AK Parti'yi seçimde yenebilecek bir siyasi rakip yoktur.
Böyle bir rekabetsiz demokratik model olmaz, olamaz.
Sonuçta, siyaset dışı olmaları gereken güçler ve kurumlar, demokrasiyi zedeleyecek biçimde devreye girerler.
Nitekim bugün bazı kesimler Anayasa Mahkemesi'ne ve görüşülen Kapatma Davası'na böyle bakıyor.
Anayasa Mahkemesi'nin 11 üyesi ile TBMM'deki çoğunluk birbirlerine alternatifmiş gibi algılanıyor bazılarınca.
Oysa bu da kabul edilebilir bir durum değildir.
Anayasa Mahkemesi'nin 11 yargıcının ne terörle mücadele etmek, ne ekonomik istikrarı sağlamak, ne dış politikayı yönlendirmek, ne de siyasetin boşluklarını doldurmak gibi bir görevleri ve daha da önemlisi sorumlulukları vardır.
Herkes değişmelidir Erdoğan ve AK Parti kadrosu nasıl değişmek zorundaysa,
Türkiye'nin yargıçları da, bürokratları da, dünyadaki değişime ve yükselen değer olan
"Liberal demokrasi"ye açık olmak zorunda.
Türkiye'nin geleceğinin hukukun üstün olduğu, çoğulcu, demokrat, laik ve özgürlükçü, sivil bir rejimde bulunduğunu artık herkes kabul etmeli.
"Rejimi koruyoruz" diyerek, demokrasiyi kurban etmenin, Çavuşesku'nun, Saddam'ın, Esad'ın dünyasına uygun düştüğünü
"seçkinler" de artık bilmeli.
Ve bu arada, başta CHP olmak üzere AK Parti'nin rakibi olması gereken siyasi partiler de, kendilerine
"halk" arasında destek aramalılar.
En azından AK Partililer kadar çalışmalılar.
Yayın tarihi: 29 Temmuz 2008, Salı
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/29//haber,53F0ADB4A440407A99C2F43DB81EE580.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.