Türkiye'nin sosyopolitik travmalarını tahlil etmek kolay değil.
"Şeriat Tehlikesi"ni, Cumhuriyet kurulduğundan bu yana tartışıyoruz.
"Darbe Tehlikesi"ni ise dört kez darbe yemiş olmamıza rağmen, hala tam tanımlayamadık.
Bunca yerli siyasal bilimci, sosyolog ve siyasetçi duruma tam teşhis koyamamışken, Batı basınının
Türkiye'ye uzaktan bakan muhabirlerinin analizlerinden kendi ülkemizde ne olduğunu anlamaya çalışmaktayız.
İki tıp öğrencisinin hikayesini anlatmışlardı yıllar önce.
Bu iki öğrenci yolda yürürlerken, önlerindeki iki büklüm, bacaklarını aça aça, yavaş yürüyen şalvarlı bir yaşlı köylüye takılmışlar.
Öğrencilerden biri
"Bu ihtiyarın rahatsızlığı lumbago" demiş.
Diğer öğrenci bu teşhise itiraz etmiş,
-
Bu ihtiyarda bel fıtığı var, siyatik siniri sıkıştığı için bu durumda, demiş.
İhtiyarın yanına gidip, sormuşlar ona:
- Amca biz ileride doktor olacağız. Birimiz sende lumbago olduğunu, diğerimiz ise, bel fıtığı olduğunu tahmin ettik. Neden böyle iki büklüm, bacaklarını açarak, zorla adım atıyorsun? İhtiyar adam bu iki gence bakıp gülmüş,
- Üçümüz de yanıldık. Ben de karnımdaki sancının nedenini gaz diye tahmin etmiştim, demiş.
Cezayir anıları Aslında
Türkiye'deki sorunun gerçek nedenini bir Amerikalı veya bir İngiliz gazetecinin teşhis etmesini beklemek yerine, bize benzeyen ülke gazetecilerinin gözlemlerine baksak, herhalde daha fazla aydınlanırız.
1980'li yıllardaki bir Cezayir ziyaretimi hatırlıyorum.
Bir resepsiyon vermişlerdi. Bu resepsiyonda, üniformaya benzeyen lacivert elbiseler giymiş, hepsinin altında Mercedes makam araçları olan, oldukça kalabalık bir topluluk vardı.
Meğer bunlar Cezayir'in bağımsızlığı için Fransa ile çarpışan ve bağımsızlıktan sonra da ülkeye egemen olan FLN'nin yönetim kadrolarıymış.
- Cezayir'i biz kurtardık, biz kurduk, bizim istemediğimiz hiçbir şey olamaz burada, derlermiş.
Cezayir petrol zengini bir ülkeydi. Buna karşın yoğun bir yoksulluk gözlemiştim.
Bu kurtarıcı ve kurucu kadroların yetersizlikleri her alanda kolayca görülüyordu. Daha sonra bunlar Cezayir'i yüz binlerce cana mal olan bir siyasal krize de sürüklediler.
Bunları hatırladıkça
"Acaba Cezayirli gazeteciler bizi nasıl görüyorlar" diye düşünürüm hep.
Kendilerini kurtarıcı ve kurucu olarak gören bir oligarşi hala var mı bizde ve bunlar hala
"Bizim istemediğimiz hiçbir şey olamaz burada" diyorlar mı? Veya Saddam Irak'ının
"Cumhuriyet Muhafızları" na özenen kesimler bizde de var mı?
Türk siyasetinin
"Bilge Adam"ı rahmetli Turan Güneş'in bana söylediklerini hatırlıyorum hep. Bunları kitaplaştırmıştım da. (
Türkiye'de Darbeler ve Kavgalar Dönemi/ Birey Yayınları)
Turan Güneş'in gözlemleri İşte bazı gözlemleri Turan Güneş'in:
-
Türkiye'de seçkinlerin demokrasiyi içlerine pek sindirdiklerini sanmıyorum.
Türkiye'de seçkinler nasıl olup da dağdaki bayırdaki seçmenin milletvekili yaptığı insanların, profesörlerden, basının değerli kalemlerinden ve planlama uzmanlarından daha fazla söz sahibi olduğunu kabullenemiyorlar. Belki haklıdırlar ve demokrasi kötü bir şeydir. Ama demokrasi iyi parlamento kötü olacak. Bu olsa olsa mektepsiz maarif düşüncesini savunan Haşim Paşa'nın düşüncelerine benzer.
- Halktan yana, demokrasiden yana pek çok yazar arkadaşım, şimdi demokrasiyi savunanlar 12 Mart lehine makaleler yazdılar. Gerçi sonradan
"Faşizm geldi" diye kıyametler kopardılarsa da buna sebep, alkışladıkları rejimin kendi üzerlerine gelmesi oldu... Solcuları değil sağcıları tutuklasalardı, herhalde
"Devrimci Hükümet" diye bir hayli alkışlanacaklardı.
NOT :
Genç kuşaklar inanamayacaklardır ama Turan Güneş (1922-81) CHP'li bir politikacıydı.
Yayın tarihi: 20 Temmuz 2008, Pazar
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/20//haber,ADD510EFD77745A9A8AB41BD640B5757.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.