Bu gazete zor olanı yapıyor. Okurla açık özeleştiride buluşup hesap veriyor. Gazeteciliği tartışmak zinde kalmaktır. Peki SABAH'ı "hariçten" eleştirenler "kendi gözlerindeki merteğin" farkında mıdır?.
Okurumuz
Sema Gök, geçen haftaki, SABAH'ın vermediği veya eksik verdiği haberlere değinen köşeye tepki gösterenlerden.
"Gerçekçi yazınız dolayısıyla sizi tebrik ediyorum. Yazdığınız gibi, gazete okurları saf değil. Benim endişem bu yazınızdan dolayı gazeteden kovulmanız. İnşallah sizi önümüzdeki haftalarda da okuruz.."
Görüyorsunuz, sektörümüzde yakın zamanlara dek yaşananlar, okurların nasıl gözünü korkutmuş, algılamalarını etkilemiş.
Endişe edecek bir şey yok.
Çünkü SABAH'ın diğer tüm gazetelerden bir farkı var.
Okurumuzun önünde korkusuzca özeleştiri yapıyoruz, hesap veriyoruz.
Çünkü bu gazetede gazeteciler çalışıyor.
"Kaygımız, mesleğimizin itibarıdır" diyen insanlar...
"Şeffaflık isteyen gazete önce kendisi şeffaf olmalı, hesap soran gazete önce kendisi hesap vermeli" diye titizlenen, komplekssiz SABAH çalışanları.
"Ancak okurun güvendiği gazeteye gazete denir" diyen gazeteciler.
Okur Temsilcisi, kimsenin telkini, müdahalesi olmadan, gazetenin okuruna ait tepkileri, kaygıları bu köşeden herkesin dikkatine sunuyor.
Ötekilerle aradaki fark, bu köşenin gazetenin avukat bürosu değil, eleştirmeni olması. Göstermelik iş yapmaması.
Başka bir fark daha var, okurların çoğunun dikkatini çeken:
Hiçbir gazete, bu netameli siyaset krizi döneminde, SABAH gibi açık açık, dobra dobra kendisini, gazeteciliği, (editoryal) bağımsızlığı tartışmıyor.
İşte bu nedenle SABAH şu anda "
en zinde gazete " görünümünde.
Mesleki kaygılarla ateşlenen bu tartışma acaba rakiplere örnek oluyor mu?
Tabii ki hayır.
Çünkü ahlak erozyonu en çok bu sektörde yaşandı. Basında günü, haftayı kurtarmak adına başlayan ahlaksızlık, sonunda genlere işledi.
Dürüstlük ahmaklık oldu, yalancılık meziyet.
Şeffaflık tutkusu, bu karışık ortamda risklidir. Gazeteyi kırılgan yapar.
Kendisini eleştiren, doğruyu arayan gazete, bunu yapmaktan kaçan rakiplerinin hedefi olur. Sanılır ki, özeleştiri zaaftır; sonu yaklaştırır.
Asıl ahmaklık ise budur.
Kriz ortamında ortaya çıkan tablo ayrışmayı ortaya çıkardı bu sektörde: Bir yanda "vatan elden gidiyor" diyenler var, öte yanda "demokrasi elden gidiyor" diyenler. İlk grubun -basındaki "misyoncuların"-mesleğin itibar kaybıyla ilgili kaygısı pek yok. Onların derdi siyaset kuyrukçuluğu adına meslek kuralı tanımamak. Arada gazetecilik paçavraya dönerken tavana bakmak.
İkinci grubun kaygısı var. Demokrasi elden gittiğinde, zaten yarım yamalak var olan özgür gazetecilikten artık geriye hiçbir şey kalmayacak. Halkın haber alma hakkı rafa kaldırılacak.
Ama bir kere "mesele vatansa gazetecilik teferruattır" dediyseniz, hatta daha da ileri gidip "varacağım hedef için sadece araçtır" fikrindeyseniz, ahlak kaygınız da kalmaz. Bu savaşta her şey meşru hale geliverir.
SABAH'ın haklı iç sorgulaması işte bu nedenle bazı "harici" köşe yazılarına konu olmakta. Mesela,
Akşam Gazetesi'nin Genel Yayın Yönetmeni, "editoryal bağımsızlık" adına SABAH'a eleştiri yöneltiyor hem de akıl veriyor.
Üst üste birkaç kez "Ben gazetemde patronumun iradesi aleyhinde hiçbir şey yapmam, yaptırmam; yayın politikam tabii ki patronumun çıkarlarıyla örtüşür" diyebilen birinin ciddiye alınması mümkün mü?
Hangi kelimesi beş paralık değer taşır?
Bunu geçelim.
Cumhuriyet gazetesinden
Emre Kongar -anlaşılıyor ki-bu gazeteyle ilgili olarak kaygılı.
Ben de kaygılıyım:
Cumhuriyet,
Hürriyet ve
Vatan başta olmak üzere, gazetelerin hal ve gidişatından kaygılıyım. Hakkım olduğu halde (çünkü önce iğneyi kendimize batırıyorum) bu kaygılara yer vermiyor, hassasiyeti meslektaşlardan bekliyorum.
Kongar ve başka yazarların, "önce herkes evini temizlesin" diyerek, önce kendi gazetelerinin bağımsız habercilikten ne kadar uzaklaştığını, bazı haberleri neden görmezden geldiğini, çarpıttığını inceleyip yazmaya başlamasını daha bekleyelim mi?
Cumhuriyet'te
Cüneyt Arcayürek "Köşkte Atatürk'ün çalışma odası tuvalet olacak" diye yazdı. Bu yalana "bir dakika!" diyemeyen
Kongar, basınla ilgili fikir beyan ederken, mesela, içi rahat mı?
Önce kendine bak(a)mayanların, birer ahlak timsali imiş gibi başka gazetelerde kusur araması, bilir bilmez mesleki edalarla çamur atması sadece içimi sıkıyor.
Haberle propagandayı çalkalayıp çorbaya çevirenlere; onurlu muhabirliğin bu ülkede neden değersizleştiğini, haberin kutsallığını neden kaybettiğini düşünmekten aciz olanlara artık üzülüyorum.
Meslekten kaygılıyım.
Bu meslek düzelmezse Türkiye asla ferahlamaz, bunu iyi biliyorum.
Bu ülkede neden okurun güveneceği, bağımsız bir referans gazetesi kalmadı?
Esas soru budur.
O zaman yapılacak ilk iş, herkesin kendi içinde bir vicdan muhasebesine girişmesidir. Medeni cesaretle, bu gazete yazarlarının yaptığı gibi, önce kendi kusur ve günahlarını tartışmaya açanlar, mesleğin önünü açacaktır.
SABAH'ın çizgisi işte böyle okunmalıdır.
Okurlar hangi gazetenin dürüst olduğunu biliyorlar.
Kimlerin kendilerini hâlâ aptal yerine koyduğunu, göz boyadığını da.
Onlar tehlikenin farkındalar.
Yayın tarihi: 16 Haziran 2008, Pazartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/16//haber,D9B5B234C087400CBDE5995E1BF82402.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.