Hukuki ilkeler ve yöntem açısından henüz açıklanmış sayamayacağımız
Ergenekon iddianamesinde öne sürülen karanlık noktalar ne kadarı aydınlanır bilemeyiz ama her gün yakın tarihin bir başka kuşkulu gerçeği ortaya çıkıyor.
Bunların arasında bir bölümünü zamanında
Fikret Bila'nın kitabında okuduğumuz
Bülent Ecevit olayı yer alıyor. Daha o dönemde işin içinde birtakım şeylerin döndüğü anlaşılıyordu.
Hüsamettin Özkan'ın başını çektiği, içinde bulunduğu, yönlendirdiği bu hareketin kimlere ve nerelere kadar uzanacağını bize zaman gösterecek. O dönemde oluşturulan partiler, yapılan siyasal manevralar, daha önce çarşamba günü değindiğimiz siviller tarafından gerçekleştirilmiş "darbe"nin aşamaları olarak ele alınmalı. Böyle bakınca iş dönüp dolaşıp gene şu
"sivillik" kavramına geliyor.
Darbe post modern olunca... İnsan bir kez daha anlıyor ki,
Türkiye'de hiçbir askeri darbe veya darbeyi hazırlayan, darbeden sonraki dönem kendiliğinden ve salt askerlerin hamlesiyle gerçekleşmemiştir. O darbelerin tümünde rol oynamış bir
sivil etkinlik (veya girişim) olmuştur. 27 Mayıs sonrası bu yolu büsbütün açmış ve Türk siyasetinde zaten var olan sistemi yeni bir merhaleye taşımıştır.
Kanımca bu durum 1997'de gerçekleştirilen
28 Şubat post modern darbesinden sonra bir başka boyuta tırmandı. O darbenin
post modern diye nitelendirilmesi doğrudan bir askeri darbe olarak gerçekleştirilmemesi nedeniyledir. (Princeton'da bunu söylediğim Pakistan Başbakanı'nın kahkahaları ve "Darbenin post moderni mi olurmuş?" deyişi hala kulaklarımda...)
Genelkurmay Başkanlığı bürokratları, üniversite yöneticilerini, basını, yargıyı davet edip onlara kendi görüşlerini anlattılar ve onları kendi ideolojileri doğrultusunda hareket etmeye davet ettiler. Sonunda 28 Şubat denilen "olay" da sivil cumhurbaşkanı
Süleyman Demirel'in etkinliğiyle gerçekleştirildi.
Sivil askerler, asker siviller Anlaşılan orduda darbe yanlısı olanlar tasfiye edildikten sonra bu yöntemi, yani sivillerin hamlesiyle bir darbe başlatma anlayışını sürdürdüler. ADD gibi kuruluşları kontrol ederek ve onları harekete geçirerek sokaksivil muhalefet ilişkisini canlı tutmak istediler. Bunu geniş ölçüde başardılar da. Niye?
Sebebi 1980'lerin ortasından 1990'ların başından itibaren
sivillik kavramının Türk siyasetinin en önemli öğelerinden birisi oluşuydu. Özal döneminin öne çıkardığı bu kavram elbette siyasetin en önemli tayin edici araçlarından birisidir; öyle de olmalıdır. Hatta siyasetin kendisi sivil bir iştir. Ne var ki,
Türkiye'de yaşanan çarpıklık 2000'lerin ortasından itibaren birçok sivil kuruluşun bu tür denetimler altına girmesidir.
Halk mı suçlu bunda? Asla! Belki daha dikkatle davranması istenebilirdi ama
Cumhuriyet Mitingleri dahi belli bir toplum kesiminin çok büyük hakkı olan
sivil muhalefeti ve tepkiyi ortaya koymasıydı. Başından sonuna kadar sivil olsaydı bu ayrıca sevineceğimiz bir şeydi. Ama olmadığı şimdi anlaşılıyor. Ne var ki, orada gerçek anlamda bir sivil nüvenin bulunduğu da ortaya çıkıyor.
Suçlu olan o kitleleri sivillik görüntüsü altında başka amaçlarla hareket eden derneklere, örgütlere iteleyen beceriksiz siyasettir. Kendisi de sivillik görüntüsü arkasına sığınmış olan ve sivillikle ilişkisi bulunmayan siyasettir. Bu durumda şimdi yapılabilecek olan o nüvenin (eğer gerekiyorsa)
bütünüyle sivil bir siyaset kurumu yani bir siyasa parti aracılığıyla harekete geçirilmesidir. Siyasete kazandırılmasıdır. Çünkü salt kendi mantığıyla düşünen bir sivil insan üstündeki her türlü vesayetten arınacaktır.
Türkiye'ye sivilliğin ne olduğunu yeniden anlatmaktan başka çare yok!
Yayın tarihi: 18 Temmuz 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/07/18//kahraman.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.