Uluslararası İstanbul Caz Festivali'nin bu yılki 'çağdaş ozanı' Rufus Wainwright, Sakin grubunun vokalisti Onur Özdemir ile SABAH Pazar için bir araya geldi. Wainwright'ın sıkı bir takipçisi olan Özdemir, geçen salı Aya İrini'de verilen konsere dair izlenimlerini de kaleme aldı..
- İlk kez İstanbul'dasın. Şehir hakkındaki ilk hisler, ilk kanı nasıl?
- Başka şehirler kadar modern olması şaşırtıcı geldi. Tabii ki camilerin verdiği egzotik bir his var; yani öğle vakti duyduğun ezan sana kesinlikle Paris'te olmadığını hatırlatıyor. Ama bunun dışında, çok 21. yüzyıl havası sunuyor...
- Sabah ezanını duydun mu bugün?
- Sabah ezanı çok hoş ama henüz burada dinleyemedim. Pencerelerimiz kapalı olduğundan, bir de yorgunluktan bizi uyandıramadı. Öğlene kadar uyuduk bugün. Ama bu gece penceremi açık bırakacağım, ki uyanıp dinleyebileyim.
- Türkiye'de insanların çoğu Müslüman ve bu da onlar için dini bir ritüel olduğundan, başka türlü bir tahayyül zor mesela. Ama sadece müzikal olarak değerlendirdiğinde, bir adamın kuleye tırmanıp insanları çağırmak için şarkı söylemesi nasıl geliyor sana?
- Yani aslında... Mesela ben söylesem hoş olurdu... (r.w.g.*) Aslında bana birazcık neyi hatırlatıyor biliyor musun,
Close Encounters of the Third Kind'da uzaylılar geldiğinde, kendi aralarında iletişim kurmak için "di-nü nü-nü-nü" yaparlar ya; birazcık ona benziyordu.
- Gözlerini kapatıp bir anlığına Montreal'de, Cafe Sarajevo'da çaldığın günlere dönmeni istesem...
- Vay, tamam.
- Henüz albüm yayınlamadığın o dönemde, kendine ve müziğine dair nasıl hislerin vardı orada? Nasıl bir saflıktı?
- Annem de, babam da müzisyen oldukları için kadife perdenin arkasında neler olduğuna dair bir fikrim vardı. Ama diğer yandan, orada çaldığım zaman Sırp savaşı ya da her neyse, devam ediyordu ve kafede birçok aktivite oluyordu.
- Cidden?
- Evet, kafe o durumdan kaçmış mülteciler tarafından işletiliyordu. Ben de 20'ler Berlin'indeyim filan gibi hissediyordum; bilirsin işte, birazcık şiddet vardı işin içinde. Ama tabii ki söyleyebilirim ki, bir plak şirketine bağlı olmadan, menejer ya da basın danışmanına para ödemediğim ve kendi konserlerimi yaptığım o ilk günlerde, hafta boyu dışarı çıkar, barlara giderdim, kendi konserlerimin küçük flyer'larını çizip, insanlara dağıtırdım. Bu yüzden özlediğim bir masumiyet ve içtenlik vardı o günlerde kesinlikle. Ama bu çok kısa bir dönemdi, üç ay kadar; çünkü, gittikçe kalabalıklaşıyor ve daha heyecan verici bir hal alıyordu. Üç ayın sonunda, Los Angeles orijinli büyük bir plak şirketi olan Dreamworks ile anlaşma imzalamıştım ve Hollywood'a gitmiştim. Bir anda büyük şeyler başlamıştı.
- Peki bu durumla ilgili olarak, Rufus Wainwright ve Poses zamanlarından beri neler değişti? Mesela 5. Cadde'de parmak arası terliklerinle yürüyebiliyor musun?
- Genel olarak her yerde daha çok tanınıyorum bugün, burada, İstanbul'da bile. İstanbul'un orta yerinde, otelin terasındaki havuzda beni tanıyıp "Rufus, Rufus!" diye seslenen iki kişi vardı mesela. Ama bilmiyorum, sanırım rahat yaşayabileceğim kadar hatalar yaptım, yani bir Grammy kazanmadım ya da MTV bebeği filan olmadım. Yani hala her şeyde, belli ölçüde mahremiyetim var ama bilemiyorum. Benim şu sıralar göz kırptığım temel mecra tiyatro dünyası. Bir opera yazıyorum.
- Prima Donna?
- Evet, prömiyeri önümüzdeki yıl olacak. Bir de, Robert Wilson'la birlikte
Shakespeare sonelerini bestelediğim bir proje üstüne çalışıyorum. Bu yüzden şu an daha çok tiyatro sahnesi için çalışıyorum.
- Peki Prima Donna nasıl gidiyor?
- Çok iyi gidiyor. Büyük bir kısmını yazdım.
- Libretto bitmiş sanırım?
- Evet, libretto bitti. Ama asıl yapmam gereken orkestrasyonu halletmek, ki bu çok zor ve meydan okuyan bir iş.
- Yetenek sende ama!
- Bakalım göreceğiz...
- Peki Art Teacher'da dediğin gibi, şirket patronu adamlarla mı takılıyorsun, yoksa resim öğretmeni tiplerle mi?
- Hayır, hayır. Genelde yeryüzüne yakın tiplerle...
- Peki Turner tablon var mı cidden?
- Hayır Turner'ım yok, o zaten kurgusal bir bir şarkı.
- Ama çok tatlı bir şarkı!
- Maalesef yok Turner'ım (r.w.g). Sahip olduğum tek güzel şey Helmet Newton'un çıplak bir fotoğrafı, ama yavaş yavaş oraya geliyoruz.
- Bir yerde senin için "Post-liberal dönemin ilk gay popstarı" diye yazıldığını okumuştum. Böyle olduğunu düşünüyor musun?
- Sanırım böyle düşünüyorum, bunu yalnızca kamusal olarak belirtiyorum, çünkü bana meydan okuyacak birini bekliyorum. En azından, Batı dünyasında, Amerika ya da Avrupa'da, mainstream alanda kariyerine tamamiyle eşcinselliğini açmış olarak başlamış, bununla ilgili şarkılar söyleyen ve sır perdesi bırakmayan, ayakta kalıp, kariyerini devam ettirebilmiş ilk sanatçıydım. Bu sebeple, büyük şirketler dünyasında bunu yapmış ilk kişi olarak düşünüyorum kendimi, ama daha bağımsız ve küçük şirketlerde bunları daha önce yapan insanlar tabii ki oldu.
- Peki nasıl gay mesih oldun? Neler yaptın?
- Camdan bir dünyaya hazır olmak gerekir. Bana açık olmayan belli mecralar vardı mesela. Ama diğer taraftan güzel olan, dinleyici ve hayranların dürüst, gerçek olan birini nasıl takdir ettiklerini hissedebilmek. Senin için ölümü bile göze alırlar (r.w.g). Dinleyici gerçekten seni destekler, çünkü nelerin olup bittiğini gayet net anlarlar.
* R.W.G.: Rufus Waingwright Gülüşü. Wainwright'ın o kadar kendine has bir gülüşü var ki, ancak bu şekilde tanımlamak doğru olur.