Dün İstanbul'da dört ekonomi toplantısı vardı. Ben ikisine gittim. Türk Ekonomi Kurumu'nun ev sahipliğinde Dünya Ekonomi Kongresi'ni ve sanayinin son 10 yılının değerlendirildiği İstanbul Sanayi Odası'nın aylık meclis toplantısını izledim. Bankacılık seminerine ve The Economist Intelligence'nin "Yol Ayrımında Türkiye" konulu toplantısına gidemedim. Tartışılacak sözler de bu son toplantıda
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'dan geldi. 14 Mart 2008 yani AK Parti'ye kapatma davasının açıldığı tarihten bu yana faizlerin yüzde 15.516 düzeyinden yüzde 22 civarına ulaştığına dikkat çeken
Başbakan Erdoğan şunları söyledi:
"Yüksek faizin,birinci derecede enflasyonu da tahrik ettiğine inananlardanım. Bir de işin bu boyutu var. İnanıyorum ki bu düştükçe doğru orantılı olarak enflasyonu da geri çekecektir.
Ben bir de şuna inanıyorum; faizi bu noktada bir sebep olarak görenlerdenim. Enflasyonu ise bir netice olarak görenlerdenim. Bu sebepnetice ilişkisinde de ne yazık ki faizin yükselmesi, enflasyonu da şu anda yükseltmiştir." Bu sözler arasında gerçek olan tek yan, yüksek faizin finansal maliyet artışına yol açmasıdır. Bu da, enflasyona karşı en etkili silah olarak kullanılan faizin bir yan etkisidir.
-
Dünyanın yaptığı- Yoksa enflasyon artışına karşı dünya ülkeleri faizleri yükseltme yoluna niye gitsin. Amerika krizi agresif faiz indirimleriyle yatıştırdıktan sonra, enflasyon tehlikesi ortaya çıkınca yeniden faiz artışını gündeme getiriyor. Başbakan'ın söylemi kendi inancı olabilir, ama kamuoyu önünde yaptığı açıklamaya itibar edenler çıkabilir. Bu da
enflasyon konusunda Merkez Bankası ayrı telden, hükümet ayrı telden çalıyor görüntüsünü çıkarır. Enflasyonla mücadeleyi baltalar. Faiz artışlarının beklenen etkisini zayıflatır. Merkez Bankası'nı yıpratır.
-
En yüksek faiz bu hükümette- Halbuki yüksek faiz son yıllarda Türkiye'ye portföy yatırımlarını çekmede çok etkili oldu. Döviz kurunu düşürmede ve bu yolla enflasyonu aşağı çekmede dominant rol oynadı. Hatta
kamu borç stokundaki iyileşmeye, ülke riskinin azalmasına, dünyada risk iştahının artmasına, faiz oranlarının tarihi düşük düzeylerine inmesine karşılık 2001 krizi sonrası Türkiye'nin ödediği reel faiz düşmedi, arttı. Yani bir yandan en yetkili kişi faize karşı çok sert tavır ortaya koyarken öte yandan
bu hükümet belki de tüm zamanların en yüksek reel faizini ödedi. Üstelik bütün olumlu koşullara rağmen.
-
Çarpıcı sonuçlar- En son 78 Ocak 2008 tarihli yazılarımızda yayımladığımız tablolarda bu konuyu incelemiştik. Şöyle çarpıcı sonuçlar ortaya çıkmıştı:
- Sermaye hareketlerinin serbestleştirildiği
1989 yılından 2001'e kadar Hazine dolar bazında ortalama yıllık yüzde 16.9 faiz ödemiş. Bu rakam 2002-2007 arasındaki altı yılda yüzde 25.1'e çıkmış ve 8.2 puan artmış. Artış oranı yüzde 50. Politik ve ekonomik risklerde çok önemli düşüşler olmasına karşılık böyle bir artış gerçekleşiyor.
- Olaya bir de lira bazında ödenen faiz olarak baktığımızda ise
1989-2001 arası ödenen reel faizin ortalaması yıllık yüzde 11.6 düzeyinde çıkıyor. 20022007arasındaki reel faiz ortalaması da yıllık yüzde 10.9. Yani arada çok küçük oranlı bir düşüş söz konusu.
-
Faizin rolü ne?- Faiz konusunda söylemle eylem hiç uyuşmuyor. Ak Parti iktidarı döneminde özellikle dolar bazında en yüksek faiz ödenmiş.
Şu anda da Türkiye dünya faiz liginin lideri konumunda. Faizlerin daha da yükselmesi petrol ve gıda fiyatlarını etkileyemeyecek. Böylece enflasyon sepetinin üçte ikisi faizin etki alanı dışında.
Buna rağmen Başbakan'ın faiz konusundaki görüşleri uygulamaya girse, bundan en çok etkilenecek kişilerin başında kendisi gelecek.
Yüksek faiz şu anda enflasyon için önemli olmasa da, cari açığın finansmanında kritik bir rol oynuyor . İsterseniz düşürmeyi bir deneyin ve dünyanın başınıza yıkıldığını görün.
- Sonuç- "Yapamayacağın şeylerin, yapacaklarını engellemesine izin verme." John Wooden
Yayın tarihi: 26 Haziran 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/26//haber,890B4585A2C443988CB973A2D2283D30.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.