Taraf gazetesinde yayınlanan son belgeyi yorumlarken kullandığımız kavramlar ve referanslar geniş ölçüde Türk siyasetini yapısal açıdan çözümlerken kullanılan kavramlarla aşağı yukarı aynı.
Ordunun tarihsel etkinliği, modernleşmeyi başlatan örgütlü ve sistemik kuvvet olması, seçilmişlerin kurmaya çalıştığı vesayet rejimi gibi açıklayıcı araçlar hep bu niteliği taşıyor. Bunları yıllardır işliyor entelektüeller fakat nedenleri bilmek sonucun değişmesinde yeteri kadar etkili olmuyor. Yeni bir siyasal yapının ortaya çıkması için gerekli görülen ve geriye kaldığı düşünülen tek unsur ise AB'nin öngördüğü reformların yapılması ve demokratik bir rejimin güvence altına alınması.
Bunlara söyleyecek bir şey yok. Gene de ben ordutoplum veya ordusiyaset ilişkisinde mevcut durumu aşmak için başka bir gerekçeyi deşmek, onun üstünde düşünmek gerekir kanısındayım.
İktidarı değiştirme dürtüsü Şimdi 40. yılı kutlanan 1968 olayları gündelik hayatımıza çok önemli bir kavram armağan etmişti. Bu bir kavram olduğu kadar da kitlelerin siyasete katılmasını, siyasal ve toplumsal hayatın düzenlenmesinde, kendilerine danışılmasa dahi, belirleyici bir rol oynamak için harekete geçmelerini sağlayan çok önemli bir başlangıç noktasıydı.
68 olayları daha çok Batı'da ama bir ölçüde bizde de sokaktaki insanın
iktidarı ele geçirme veya
iktidarı eleştirme ve denetleme hakkını kendisinde bulması ve bunu bir yetki olarak kullanmasıydı. Bütün o sokağa dökülen gençlerin, yapılan boykotların, sürdürülen grevlerin arkasında bu anlayış vardı:
iktidarla mücadele etmek ve onu değiştirmek dürtüsü. Ölüm yılı: 1979 Oysa 1979'da
Yeni Sağ siyasetlerin iktidara gelmesiyle, şimdi Türkiye'de hem yanlış biçimde kullanılan hem de buna rağmen çok övülerek yüceltilen
muhafazakarlığın doğmasıyla birlikte bu mücadele anlayışı ortadan kalktı. 1989'da
Berlin Duvarı'nın yıkılması, Soğuk Savaş'ın ve iki kutuplu dünyanın sona ermesi, Batı kapitalizminin ve serbest piyasa ekonomisinin 'alternatifsiz' bir gerçeklik olarak kitlelere benimsetilmesi sözünü ettiğim '
mücadele' ve ret duygularını
muhalefet anlayışını ve
alternatif üretme çabalarını yok etti.
Her ne kadar 1990'larda
Yeni Toplumsal Hareketler denen bir oluşum başladıysa da bunun başlı başına bir siyasete dönüşmesi imkansızdı. O imkansızlık içinde son derecede sınırlı gücü olan ve çoğu zaman da entelektüel bir arayış olmaktan ileri gidemeyen
sivil toplum hareketleri başladı.
Ordu sebep değil sonuç Geniş bir açıdan bakılırsa 1979 sonrası (ki, otuz yıl eder) toplumun, toplumsal güçlerin siyaset alanından çekilmesidir.
Siyasal alanın bu şekilde terk edilmesiyle doğan boşluk özellikle Türkiye gibi demokratik kurumsal yapıları yeterince gelişmemiş ve güçlenmemiş toplumlarda ikincil aktörler tarafından dolduruldu. Ordu bunlardan birisi. Veya siyasal alanın neredeyse yukarıdan gelen bazı talimatlarla düzenlenmesi, yeni siyasal partilerin oluşturulması, yargının devreye sokulması olayların birbiri ardınca gelmesi bu boşluğun verdiği imkandan kaynaklanıyor. O bakımdan ben tersini düşünmekten yanayım: ordu siyaseti kilitlemiyor veya öldürmüyor. Elbette ortada öyle bir durum var. Gene de ana sebep toplumun ve kitlelerin
merkezi iktidarla mücadele ve onu devralma refleksinin kaybolmasıyla kendisini gösteren
siyasetin ölümüdür. Ordu ve diğer kurumlar bu boşlukta harekete geçiyor, bu boşluğu kullanıyor. Ordu bir sebep değil
şimdiki durumda bir sonuçtur! Düşünmeye değer kanısındayım!
Yayın tarihi: 25 Haziran 2008, Çarşamba
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/25//haber,7671DEAB5913406999C4C07F0D9F6446.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.