Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'le geldiğimiz Tokyo'daki yazılarımızın ilkine bazı tespitlerle veya dünyanın yeni gerçekleriyle başlayalım. Bir: 20'nci yüzyılın ilk yarısı Avrupa'nın, ikincisi ABD'nin asrı olmuştu. 21'inci yüzyıl ise Asya'nın asrı olacak.
İki: Soğuk Savaş'ın bitmesiyle tarihe karışan Doğu-Batı rekabeti geri geliyor. Bu rekabette eski Sovyetler Birliği'nin veya Doğu blokunun rolünü Asya'nın yeni devleri üstlenecek. Çin, Japonya, Hindistan gibi.
Üç: Eski DoğuBatı rekabetinin hesaplaşma alanı Avrupa ile Ortadoğu'ydu. Yenisi ise Afrika ve Avrasya'da sahnelenecek.
Gül uçaktan inip terimiz soğumadan otelde biz medya mensuplarıyla yaptığı ilk sohbette, tarihi gezisine (Çünkü cumhurbaşkanı düzeyinde yapılan ilk ziyaret) bu perspektiflerden bakılması gerektiği mesajını verdi.
Yani, onun ifadesiyle,
"Zengin geçmişe, parlak geleceğe ve büyük potansiyele sahip Türkiye", bu rekabette kozlarını iyi değerlendirmek için jeopolitik değişimlere kesinlikle uyum sağlamak zorunda. Bu da Japonya ziyaretinin hem kısa, hem de uzun vadeli hedefler içerdiği anlamına geliyor.
Kısa vadeli hedeflerin siyasi bölümünde, Cumhurbaşkanı'nın "Mükemmel" diye tanımladığı iki ülke ilişkilerinin daha da pekiştirilmesi yer alıyor. Malum; Türkiye, 2009-2010 dönemi için BM Güvenlik Konseyi'nin geçici üyeliğine aday. Japonya ise İkinci Dünya Savaşı sonrasının koşullarına göre oluşturulmuş Güvenlik Konseyi'ndeki dengelerin yeniden kurulmasını talep ediyor. Anlamı: "Ben de Güvenlik Konseyi'nin daimi üyesi olmak istiyorum." Almanya, Hindistan, Güney Afrika, Brezilya da benzer talepleri seslendiriyorlar.
Ankara ile Tokyo bu konuda işbirliği kararı aldı. Japonya bize geçici üyelik için destek verecek, biz de ona daimi üyelik için. Kısa vadeli ekonomik hedefler ise, iki ülke arasındaki gerçekten devede kulak olan (600-700 milyon dolar civarında) ticaret hacminin artırılması, Türkiye'ye daha çok Japon sermayesinin çekilmesi (Bugün için Japonya'nın dış yatırımlarında 60'ıncı sıradayız), daha çok turist gelmesi (Tatilini yurtdışında geçiren 17 milyon Japon'un sadece 160 bini Türkiye'yi tercih ediyor) şeklinde sıralanıyor.
Bu hedeflere şöyle veya böyle makul bir zaman diliminde ulaşılabilir.
"Büyük Oyun"da rol kapmak Ama Türkiye'nin asıl amacı, asıl iddiası, Afrika ve Avrasya coğrafyasında oynanacak "Büyük Oyun"da iyi bir rol elde edebilmek, "Asya Yüzyılı"nı ıskalamamak. Bunun da yolu başrol oyuncularıyla güç birliğine gitmekten, üçüncü ülkelerde ortak yatırımlar yapmaktan, ortak girişimlerde bulunmaktan geçiyor. Örneğin, dünyada üçüncü sırada gelen Türk müteahhitlik sektörünün bu alanın bir başka devi olan Japonya'yla ortaklık kurması, Ortadoğu'da, Afrika'da ortak işler yapması gibi.
Bunun altyapısını hazırlamak için sessizsedasız ama ısrarlı ve kararlı girişimler sürdürülüyor, hiçbir fırsat kaçırılmıyor. Bir örnek: 28-30 Mayıs tarihlerinde Yokohama'da yapılan ve 53 Afrika ülkesinden 52'sinin katıldığı (44'ü devlet başkanı düzeyinde) Uluslararası Afrika Kalkınma Konferansı'na Türkiye de katıldı. Gözlemci olarak.
Yukarıda da belirttik;
Afrika için kıyasıya yarış var. Japonya'dan önce Hindistan benzer bir konferans düzenledi. Ondan önce de Çin. Şimdi sıra Türkiye'de: 18-21 Ağustos tarihleri arasında İstanbul'da liderler düzeyinde Afrika zirvesi yapılacak. Çünkü Yokohama'daki konferansta Japonya Başbakanı Yasuo Fukuda'nın dediği gibi, "Yakın gelecekte dünya ekonomisinin çarklarını çeviren motor Afrika olacak."
Ama Kara Kıta'yı soyarak değil, müthiş kaynaklarını ve potansiyelini değerlendirerek. Kolonyalistleri ve onların işbirlikçisi yerli -ve çürümüş- liderleri değil, halkları zenginleştirerek.
Zira yüzyılın yeni süper güçleri olan Asyalılar, Afrika'yı sömürge çağında olduğu gibi, Avrupalılar'a, Batılılar'a yedirmeye asla izin vermeyecekler. Türkiye de bu kararlılığı hem destekliyor, hem de paylaşıyor.
Yayın tarihi: 5 Haziran 2008, Perşembe
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/06/05//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.