Geçenlerde İsrailli barış girişimcisi ve meslektaşımız Uri Avnery'nin yazısında bir anekdot okuduk. Çok hoşumuza gitti. Şöyle: Osmanlı'ya savaş açan Rus çarı seferberlik ilan etmiş. Bir Rus Yahudisi anne, oğlunu cepheye gönderirken öğütte bulunuyor:
"Canım oğlum, sakın kendini fazla yorma. Bir Türk öldür, sonra bir kenara çekilip dinlen. Gücünü toplayınca bir Türk daha öldür, yine dinlen. Sonra bir Türk daha öldür...
Delikanlı dayanamıyor: Anne, ya Türk beni öldürürse?
Kadın şaşırıyor: Aaaa, niye öldürsün? Senin Türk'e ne kötülüğün dokundu ki!"
Sarkozy'nin Türkiye'ye yaklaşımı da Rus Yahudisi anneden farksız.
"Le Point" dergisinin son sayısındaki geniş araştırmaya göre ruh hekimlerinin "Megalomanlık"tan "Narsistlik"e kadar uzanan bir dizi "Psikiyatrik" bozukluk teşhisinde bulundukları Fransa Cumhurbaşkanı için Türkiye bir "Obsession", yani saplantı haline geldi. Bir bakıyorsunuz, "Türkiye'nin AB'de yeri yok. Çünkü Avrupa'da değil. Bize okulda öyle öğrettiler" diyor.
Ankara kaşını kaldırınca kötü niyeti olma dığı güvencesi vermek için hemen bir temsilcisini gönderiyor. Örneğin dış politika danışmanı Jean-Pierre Levitte'i: "Aldırmayın. Bu tür açıklamalara kafanızı takmayın. Geleceğe bakalım."
Bir süre geçiyor, Sarkozy'nin saplantısı yine depreşiyor: "Türkiye tüm kriterleri yerine getirse bile sorunu çözülmüyor."
Türkiye'den sert bir tepki. Haydi bir tamirci daha Ankara'ya koşuyor. Örneğin Dışişleri Bakanı Bernard Kouchner: "Türkiye-Fransa ilişkileri, tarihle perçinlenmiş bir ortaklığa ve her iki büyük ülkenin ortak stratejik çıkarlarına uyumlu bir şekilde huzurlu ve dengeli olmalı."
Biraz ortalık yatışıyor. Sonra bir bakıyorsunuz, Sarkozy'nin talimatıyla Türkiye-AB müzakerelerinde 5 başlığa ambargo konuyor. Gerekçe: "Bunlar tam üyeliğe götürür."
Ve ardından Ankara'ya yeni bir gönül alıcı. Örneğin, Avrupa İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı JeanPierre Jouyet: "Kaygılanmayın, müzakerelere zarar vermeye niyetimiz yok."
Sözde "İyi niyet elçisi" Paris'e dönüyor, ayağındaki çamur kurumadan Sarkozy'den yeni çelme. Bu kez AB'nin Türkiye belgelerinden "Katılım" sözcüğünü çıkartmaya kalkışıyor.
Tabii peşinden de Ankara'da bir Fransız daha. Örneğin iktidar partisinin ağır toplarından Pierre Lellouche: "Gelecek için yeni işbirliği yolları açmaya geldim."
Böyle sürüp gidiyor. Ama...
Bunun bir bedeli olmalı Fransa Ulusal Meclisi'nin önceki gün aldığı karar sabır taşını çatlattı, bardağı taşırdı. Kurumsal reform paketi çerçevesinde yapılan anayasa değişikliğiyle, "AB nüfusunun yüzde 5'inden fazla nüfusu bulunan ülkelerin tam üyeliğinin referanduma götürülmesi" koşulu getirildi.
Bu kriter sadece Türkiye'yi hedef alıyor. Zira gerek müzakereleri sürdüren, gerekse üyelik perspektifi verilen (Makedonya, Sırbistan, Karadağ, Arnavutluk, BosnaHersek, Kosova) ülkeler içinde bir tek Türkiye'nin nüfusu (70 milyon) AB'nin nüfusunun (450 milyon) yüzde 5'inin üstünde.
İflah olmaz Türkiye düşmanları bu değişikliği yaparken sağduyu sahibi iktidar ve muhalefet milletvekillerinin uyarılarına bile aldırmadılar: "Bu koşullarda Türkiye'ye müzakereler götürülemez, çünkü sürecin sonunda kapıyı yüzüne çarpacağınızı ilan etmiş oluyorsunuz. Yalnızca bir ülkeye özel anayasa değişikliği yapılamaz. Anayasayı küçük seçim hesaplarına alet etmek utanç verici. Fransız diplomasisini korkunç bir tuzağın içine itiyorsunuz. 70 milyonluk bir ülkeye böyle muamele yapılamaz."
Evet, 70 milyonluk ve de ulusal onuru her şeyin önünde gelen, Fransa'dan çok daha eski ve soylu tarihe sahip Türkiye bu muameleyi asla sindiremez, sindirmeyecek.
Ayrıca asla affetmeyecek. Dahası mutlaka ama mutlaka bedelini ödetecek.
Sarkozy de tıpkı anekdottaki Rus Yahudisi anne gibi şaşıracak: "Benim Türk'e ne kötülüğüm dokundu ki!"
Yayın tarihi: 31 Mayıs 2008, Cumartesi
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/31//safak.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.