Yasama ve yürütme ile yargı arasındaki gerilim, sadece demokrasinin değil, devletin de çivilerini oynatıyor. O nedenle Cumhuriyet tarihinin en vahim krizlerinden birini yaşıyoruz. Hatırlayacaksınız; bu bunalımın ilk tohumları Meclis eski Başkanı Bülent Arınç'ın 2005 Nisan'ında dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Mustafa Bumin'in türban sorunuyla ilgili açıklamasına verdiği cevapla atıldı: "Anayasa Mahkemesi'ni Meclis'te yapacağım bir Anayasa değişikliğiyle kaldırabilir miyim? Kaldırabilirim. Ben Meclis'im."
O tohumlar AK Parti'nin bir kurula hazırlattığı yeni Anayasa taslağıyla filizlendi. O filizler de Adalet Bakanlığı'nın hazırladığı "Yargı Reformu Stratejisi Taslağı"yla zehirli çiçeğe dönüştü. Taslaktaki ifadeler Bakanlığın 9'uncu Kalkınma Planı'ndaki ve 60'ıncı Hükümet Programı'ndaki yargı reformu taahhüdünü dayanak yaptığı bu çalışma yüksek yargıda kıyamet kopardı. İki nedenle. İlki hazırlık aşamasında görüş alınmaması, ve yargıdan önce AB Komisyonu'nun genişleme komiseri Olli Rehn'in bilgisine sunulması Yargıtay Başkanvekili Osman Şirin iki hafta önce "Taslağın Yargıtay'ın bilgi ve görüşü alınmadan ve diğer yüksek mahkemelerin görüşlerine de başvurulma gereği düşünülmeden şekillendirilmesi ve AB sorumlu komiserine sunulması şaşırtıcı" diyerek
suyun üstündeki rahatsızlığı kamuoyuna açıkladı.
İkinci rahatsızlık nedeni ise
suyun altında gizli . Onun da ipuçları Yargıtay Başkanlar Kurulu bildirisinde saklı: "Yasama erkindeki etkinliği kullanarak, yargıç ve savcılar üzerinde yürütme erkinin baskı ve denetiminin geliştirilmek istenmesi... Karşılaşılan olumsuzlukların yegane sorumlusu yargı mensuplarıymış gibi bir önyargıyla etik değerlere atıfta bulunulması..."
Bu ifadeler ne anlama geliyor? Açalım.
Adalet Bakanlığı'nın taslağında
"Demokratik meşruiyet" için Hâkim ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun (HSYK) üyelerinin bir bölümünün Meclis ve Cumhurbaşkanı tarafından seçilmesi öngörülüyor. Yargıtay Başkanlar Kurulu, "Yargıç ve cumhuriyet savcıları üzerinde baskı ve denetimin geliştirilmesi isteniyor" derken bu değişikliği kastediyor.
Yine taslakta "Yargının bağımsızlığı kadar tarafsızlığının da önemli olduğu" vurgulanarak, "Tarafsızlığın tam olarak sağlanması" için "Bazı adımların atılması"ndan söz ediliyor. "Yargı mensupları için etik kuralların belirlenmesi", bu amaçla "Yargısal etik ve davranış kuralları belgesi" hazırlanması gibi. Yargıya güvenin artırılması için "Yargı mensuplarının iç tutarlılığı ve saygınlığı"nı pekiştirmek, bu amaçla da "Hâkimlik makamını temsil eden kişinin bu onura uygun tavır içinde bulunması" gibi.
İşte bu tespitler ve değerlendirmeler yüksek yargının koruma içgüdülerini harekete geçirdi.
AB masaya getiriyor Ama
taslak Olli Rehn aracılığıyla AB metinlerine girdi bile. "Zaman" gazetesinin haberine göre, AB, 27 Mayıs'ta yapılacak Ortaklık Konseyi toplantısında "Tarafsız, bağımsız, güvenilir ve şeffaf" yargı için köklü bir reform talebini seslendirecek. Reform taslağında da zaten bu ilkeler sayılıyor. Yani AB talebini Adalet Bakanlığı'nın projesine dayandırıyor.
Yargı reformu Türkiye'nin en öncelikli sorunu. O nedenle kavganın bir yana bırakılıp, bu önemli girişimin kamuoyunda tartışılmasını ve geniş bir konsensüsle gerçekleştirilmesinin yolunun açılmasını sağlamak şart.
Çünkü Atatürk'ün dediği gibi, "İstiklal, istikbal, hürriyet, her şey adaletle kâimdir..."
Yayın tarihi: 23 Mayıs 2008, Cuma
Web adresi: https://www.sabah.com.tr/2008/05/23//haber,4E376200024B4176A8E4350D164842B5.html
Tüm hakları saklıdır.
Copyright © 2003-2008, TURKUVAZ GAZETE DERGİ BASIM A.Ş.